26 Aralık 2010 Pazar

Yılbaşı Pazarbaşı

Öyle işte.. Geçti zaman. Nasıl geçtiğini bilmeden, nereye gittiğini bilmeden.

Bilinmezliğin koluna girmiş ısınmaya çalışırken buldum kendimi.

5 gün sonra yeni yıla girme heyecanı içinde olacak olmamıza rağmen hava bir yağmurlu bir güneşli kendi içindeki diyalektikte sağa sola sarhoş misali sallanarak, yer yer tırmanarak yer yer alçalarak seyir etmekte. 2011 senesi için hiçbir beklentim olmamasına rağmen inanılmaz güzel geçeceğine dair hissiyatımın doruğundayım. Bu durum aslında yeni bir yıla girecek olmanın heyecanının aksine eskisinin bitecek olmasının verdiği rahatlıktan kaynaklanmakta. Her ne kadar 2010 senesi benim ve belki de pek çoğumuz için zorlayıcı ve parçalı bulutlu geçmiş olsa da güneşin her daim yanımda ve tenimde olmasından dolayı güvendeyim, huzurluyum. Eskimiş puslanmış kenarı köşesi sararmış pek sevgili 2010'un son pazarını Hedonism eşliğinde tamamlamak da ayrıca keyifli elbette.Önümüzdeki 365 günlük süreç için planlarım: sağlığıma yeniden kavuşmak, çekingen ve kırılgan ruhumdan ve görüntümden arınmak, birikim yapmak, daha acımasız ya da dürüst olmak, korkularımı asgariye indirgemek, aileme daha çok zaman ayırmak, kendimi sürekli bir yerlere yetişmek zorunda hissettirmemek (dolaylı olarak adaptasyon sorunumla başa çıkmak), 27 yaşımı en güzel şekilde yaşamak, daha çok sevmeye hevesli olmadan yeterince sevmek, daha çok gözlemlemek, daha çok araştırmak haliyle okumak, yabancı dillerimi geliştirmek, arzuladığım dekorasyona yaklaşmak, daha çok gezip görmek şeklinde. Pek çoğunu önümüzdeki birkaç hafta içerisinde gerçekleştirmeye başlayacağımdan şüphem yok. Bu güzel anları ve anıları benimle paylaşacak insanların varlıklarını, önümüzdeki sene içerisinde de layığıyla, sürdürmelerini temenni ediyorum..

Doğru anlaşılmak için yıllardır verdiğim savaşın anlamsızlığının idrakında olmak bu son aydınlanmanın bir parçası olacak sanırım. Anlayış tamamen öznel (subjektif) olduğundan idrak ile algı arasında bir noktada sıkışıp kalacağından ve aslında uğrunda ne kadar çabalarsan gösterilen yola bir türlü burun sokamayacağından insanoğlu her daim yanlışlığa yönelmeyi beraberinde getirecek. Doğru anlayış diye bir kavramın olmadığını biraz üzülerek (yıllardır doğru anlaşılmaya gayret eden biri olarak çabalarımın boşa gitmesine hafif içerleyerek) biraz rahatlayarak (Ee bundan sonra çok da kasmanın bir anlamı yok, ayrıca harcadığım yıllardan fazlası var önümde diye düşünerek,  herkesin kendi algısı ve idrak noktası olduğuna göre ve bakış açısı şahsa münhasır olduğuna göre dış müdahaleye maruz kalmayan bir olgunun varlığını kabul ederek telkinlerime başlıyorum) benimsiyorum. Gizem iyidir, sessizlik iyidir, kendini anlatmaya çabalamamak iyidir; zira yorucu değildir, yeni olan her şey iyidir.. İyilerle dolu bir senenin eşiğinde olmak ne âlâ diyerek kendimi ve insanlığımı selamlıyor ve yeni güne uzun uzun uyuyarak hazırlanmaya bırakıyorum.

Gökkuşağına selam ola, Güneşle sırt sırta vere hep ışıya hep ısıta..

I feel nothing but joy and pride and happiness
Nothing but cheerfull face with kindness
I feel nothing but oceans of love and forgiveness

T.

12 Aralık 2010 Pazar

Festus - Farklılık

Hep yalnız başınaydı o gezegeninde , bir tane çiçeğine ve sönmüş volkanlarına bunca bağlılığının manasını sorgulamadım değil hatta. Nereye giderse gitsin bir türlü gideremedi de yalnızlığını, hayali arkadaşlar yetiştirdi ve bir bir isim taktı onlara, insanlarla tanıştı, birçoğuna inandı, anlamaya çalıştı.. Haklıydı, yalnızlık tüm insanlık için kaderin ve aşkın ortak adıydı..

Ancak ne mutlu ki hayat bize muhtelif baharatlar tattırıyor, bazılarına damağımız alışıyor,  bazıları acı veriyor kekremsi varlıklarıyla, bazıları aşırı tatlı, bazıları da tatlı ekşi. İnsanlar da böyleler işte bünyemiz de dünya ile beraber döndüğünden zaman zaman sevdiğimiz tatlar değişiklik gösterebiliyor.
Havadaki ısının sıfırın altına düşeceği bir gecede sıcak bir odada olmanın elbette ki memnuniyetini yaşamaktayım. Başımı sokabileceğim bir evim olması da cabası. Dışarıdaki savunmasız insanları düşündükçe insanlığımdan utanmıyor da değilim. Keşke diyorum keşke gerçekten biraz daha gücüm olsa. Hiçbir insanın böylesine bir havada açıkta kalmasına gönlüm el vermese de ademoğlunun bencilliği dolanıyor kanımda, evrensel paranoyanın bir parçası olarak korkuyorum ben de diğer herkes gibi öteki insanlardan.
Kişinin dünyadaki en büyük korkuları neler acaba diye sorgularken buluyorum kendimi, her ne kadar çoğalmaya endeksli bir varlık olsak da modern dünyanın bizi, beni, sizleri günde kaç kere tokatlayıp yalnızlaştırdığını, sessizleştirdiğini merak ediyorum. Bir şeyleri değiştiremem elbette Tanrıcılık oynamak bünyeme aykırı ama gösterebilirdim gözlerimden ve kalbimden tüm güzellikleri. İş görmez beyinleri yeniden yeşertebilmek için gönüllü olabilirdim hatta, her insan bir kazançtır zira. İyi bir öğretici olmamın bilinci bile bu uğurda çabalamam için yeterli zira sırf var olduğu için bile kıymetlidir insan.

Artık haykırmak da yeterli değil görüyorum büyüdükçe, Güneş hep Doğudan doğar ve Batıdan batar ya genelgeçer olarak, herkesin gözünde yer etmiş bir resmi silmek için ciddi direnç göstermek gerek. Dünya üzerindeki tüm cisimler, renkler, kokular, tatlar menşeilerini veya varlıklarını kaybetse de biz insanların alışma sürecinde eski varlıkları süregelmeye devam edecektir. Cachelerimizi temizleme şansı verilseydi gereksiz bilgilerle doldurulmuş pırıl pırıl gençliğimize CTRL F5 kafilesinin bir parçası olmayı can-ı yürekten isterdim zannımca.

Sevginin ve evrensel enerjinin yeryüzündeki tüm boşlukları dolduracağına duyduğum inanç ile 21. yüzyılın hastalığı 'kötü niyetin' ruhsal sıkıntısı arasında bir yerlerde askıda buluyorum kendimi.. Bundan mütevellit değil midir diyalektiğin doğumu. Hepimizin birer 'Küçük Prens' olduğu bu dünyada ait olduğum B-612'nin arayışındayım. Bulamadığım takdirde insanlığın affına sığınarak üzerinde ve içinde yaşadığım dünyayı sekerek koşmak suretiyle çiçeklerle donatacağım, mis kokulu tarçınlı ve zencefilli kurabiyeler pişireceğim, çay demleyeceğim harmanlayıp, bir elimde sigaram derince nefes çektikten sonra izleyeceğim dışarıdan, bekleyeceğim farklı olanları. İnsanları rahatsız eden farklı insanları ve kucak açacağım tüm sahipsizlere..

Zira farklılık çeşitlilik demektir. Farklılığın olduğu yerde tek düzelik olmaz, her ne kadar Türk toplumunun algısı bu nimetin kıymetini bilemeyecek kadar sığ olsa da BEN inancımı henüz kaybetmedim. Hala yaşamaktayım, hala aramaktayım, hala inanmaktayım.. 

Varolmak, deneyimlemek ve keyif almaktır, ötesi teferruattır. İnsanî hırslar er ya da geç anlamlarını kaybedecektir. Geriye sadece benlik kalacaktır.

Vive la vie! Même si on n'a jamais le chance de la choisir...

T.

1 Aralık 2010 Çarşamba

- Advice -

Nefes almaktan öte bir şey yaşamak. Güne gözlerini açışından yumuşuna kadar deneyimlediğin tüm o saniyelerle ne kadar iyi başa çıktığın ile alakalı karakterinin sağlamlığı. Yüzündeki ifadesizlik ile sesindeki durgunluğı muhafaza edebildiğin sürece insanları çıplak görebiliyorsun karşında ve geçilmez olduğunu bilmek de ayrıca güçlendiriyor seni. Doğumun ile başlıyor tüm o uymak zorunda olduğun kurallar, kurallara karşı çıkmak asiliğinden değil elbette, sadece 'senin' için 'olması gereken' in olma zorunluluğunu kabullenmemek sadece. Her insan kendi hayatını kendi baharatlarıyla tatlandırmalı ve mis kokmalı hayalleri , sarfettiği sözleri. Sımsıkı sarılabilmeli korkusuzca herhangi birine sırf varolduğu için kendi ve karşısındaki. Enerjinin el değiştirmesine izin vermeli bencil olmamalı ve sonsuz bir sevgiyle yaklaşmalı dünyaya. Sevginden korkanlara dikkat et. Korku kötülüğü çağırır.  Ne şekilde tepki verirsen ver hayata, içindeki sevgiden anlaşılır kim olduğun merak etme. Herkes görmesin zaten nüveni önemli değil. Görenler ilk saniyede anlayacaklar senin ne denli değerli olduğunu. Kızma, kırılma elinden geliyorsa ya da zaman tanı her türlü anıya. Zamanla geçerse etkisi affetmek için bir neden olur ellerinde. En azından 1 kere affedilmeyi hak eder insan. Yaşadıkça deneyimledikçe öğrendiğinden her zaman hata yapmaya müsait bir yapısı vardır. Affet ama unutma. Kimsenin seni kırmasına ve hakkını almasına izin verme, sadece sığ gözlükleri var de devam et yoluna. Seni seven insanlar asla kötülüğünü istemezler unutma ama insan hatalıdır göz ardı etme. Kendini her zaman başkalarını sevdiğinden öte sev ve say ki günün birinde kendine kaldığında konuşabileceğin bir ses olsun içinde. Kaç! Doğaya sığın betonda yaşama, uyumayan şehirlerde koşturma, yaşam savaşı vermek için en güzel yıllarından çalma, soyun çıplaklığınla tanış kusurlarını gör. Sus! Kimseye acını anlatma, sessiz kal ve telkin et kendini. Acılar geçerler biliyorsan eğer sabret ve bekle, dayanamıyorsan uyut kendini.
Yaratıcı ol, yeteneksiz isen başkalarını takdir et, sevginle ve gücünle besle insanları. Hakedenlerin senden faydalanmasına izin ver, insan tüketildikçe yaşadığını hisseder, bazıları bu şekilde şarj olur hayatta. Ama kimsenin seni senden almasına izin verme.
Aileni sev ve affetmeye çalış. Hayatının hiçbir evresinde onlarla olduğun kadar güvende olamayacaksın bu sebeple minnet duy ve hep güzel şeyler dile onlar için.

Ne zaman kötü düşünceler üşüşürse üstüne, sev kendini ve iyi hissetmek için gayret et. Aynaya bak gülümse, güzel sözler söyle kendine. Hayat çok kısa ve hiçbir olumsuz duygu ve düşünceyle harcanmayacak kadar değerli. Zamanına ve kendine sahip çık.

Gülümse, odaklan, değiştir.

T.

27 Kasım 2010 Cumartesi

- Silenceasy -

Yağmurlu bir cuma akşamıydı dün. Çok sevmeme rağmen eve sığamayacak gibi hissettiğimde kendimi sevgili atelimi patime geçirip pijamalarımı çıkarıp çantamı sırtlanıp yola düşmeye karar verdim. Amacım bu ayakla ne kadar uzağa gidebileceğimden öte gittiğim yere varana dek hangi hızla deşarj olacağımdı elbette. İlk başlarda yaşadığım acıyı unuttum bir müddet sonra, ısınmak dedikleri bu olsa gerek. Sokaklarda hayat hiç bitmiyor, kaygılı, kaygısız onlarca insan duruyor, yaşıyor, bekliyor ve ölüyor an be an. Hepsinin arasından geçip gittim karanlık bir yokuşa yöneldim, köşede bir meyhane içinde bir sürü orta yaşlı adam. Dalmak istedim içeriye cesaret edemedim bu sefer. Bir dahakine sakladım hakkımı. Yol üzerinde denk geldiğim ve servisini merak ettiğim bir cafe bar da durakladım, içeride bilgisayardan şarkı çalıp üzerine söyleyen bir adam vardı. Hani orgların da tempoları olur ya çıstıkı çıstıkı der aynı onlardan. Bir yandan gaylish hareketler sergileyip öte yandan yükselemedikçe içeride nasıl olduğunu hala anlayamadığım çokça eylenen güruha mikrofon uzatıp destek almalar.. Bir de tabi sayısı görmezden gelinmeyecek bir çekik göz popülasyonu vardı. Hepsi takım elbiseli beyaz gömlekli, gruba dahil olanlardan biri 'Mer ha baaaağ' diye bağırarak çıktı balkona elini kaldırdı selamladı arkadaşlarını. Yakında inşallah maşallah da demeye başlayacaklarına şüphem kalmadı o an. Sevgili şantörümüz bir an gözlerini camekandan balkona dikip kendisiyle mümkün mertebe muhattap olmak istemeyen bir soğuk hava ve sigara insanlarına el salladı, seksi danslar yaptı sağolsun gözümüz gönlümüz açıldı. Mekandan çıkarken misafirlerden biri ile koyu kıvamlı bir muhabbet ediyorlardı elbette. En son şantör kardeşimin 'ama bu şimdi burda konuşulmaz ne öyle kaymak maymak' diye bir cümle dökülünce dudaklarından, şükrettim saniyeler sonra o hayattan uzaklaşacağıma. Varoşizm de bir yaşam stili dedim ve geçtim moşi moşilerin arasından, uzaklaştım. Vel hasıl el kelam canım duble rakılar burnumdan geldi, tökezleye tökezleye geldiğim yolu tökezleye tökezleye dönmeye karar verdim. En yakın tekel bayisinden bir küçük efe aldım ve yürürken içmeye başladım. Kendimi topraklarımda hissettim o an, kaygısız ve umursamazdım. Eve vardığımda kapıda beni bekleyen evcil hayvanım elimdeki bira şişeleri ile dolu torbayı alıp, bedenimi kucaklamak suretiyle merdivenlerden indirip hayatımı 3  basamak kolaylaştırdı. İhtiyaç duymadığım için bir an kızdım sonra şükrettim sevgisine. Ardından da sohbet muhabbet derken farkettim ki insanların sevmediğim özelliklerini hiçbir şekilde vicdan azabı duymadan ve onları kırmaya korkmadan kendilerine söyleyebiliyorum çünkü onları seviyorum. İlerleyen dakikalarda rakının azalması, ağzımın kayma oranıyla ters düştüğünde cennetim yatağıma atmaya karar verdim kendimi. Uykumdan uyanıp bir ara telefonla bile konuştum ama aklımda sadece varoluşçuluk kelimesinin kaldığına inanamıyorum. Ortalama 40 dakikadan elimde kalan tek bir kelime. Zamana yazık ettim bir kez daha. Sabah sevgili Turkcell'imin bana attığı bilgilendirme mesajı ile gözlerimi açtığımda beynimde kaç tane ineğin möölediğini bilemiyorum. Midemde dalgalar ardından öksürme ardından bulantının şiddet katlaması ardından da yeşil :) neyse ki yeşili seviyorum baktım koşarak uzaklaştı benden, rahatladım. Ve farkettim ki rakı kafaya şişe dikilerek içilmemeli. Bunu da deneyimlemiş olduk me, myself and i üçlüsü. Paklandıktan sonra 3 gün evde kapalı kalmam sonucu akıl sağlığımdan şüphe edecek hareketlerde bulunmamın ardından sırt çantamı piknik mode a getirip çıktım. Aynı yolları yürüdüm, biricik dostum kahvaltıya davet edince vapurda simit çay planımı başka bir zaman için askıya alıp kendisine gittim ve evet yolun büyük bir çoğunluğunu yürüdüm ve evet çok zaman aldı :)

Arkadaşımdan çıktıktan sonra Beşiktaş üzeri Ortaköy'e yol aldım. İnsanlar sokaklarda, hafif serin bir hava, elele tutuşmak için paha biçilemez bir fırsat ve ne güzel ki bunun farkında olan onlarca insan var. Hepsini gördüm. Delirmiş dalgaları uyuyan köpekleri izledim.Saatlerdir kulağımda kendini tekrarlayan şarkıdan sıkılmamış olduğumu farkedip sesi biraz daha açarak bu günün bu anların keyfini çıkarmaya gayret ettim. Hala Ortaköydeyim, güneş yatıyor, dalgalar duruluyor, hava üşüyor, insanlar geçiyor ve ben en sevdiğim şeyi yapıyorum. Duruyorum, izliyorum, koskoca bir sessizlik içinde çözüyorum sorunları. Yaşam kronolojimde bugünü bir pazar gününe yakıştırsam da cumartesi olmasından çok memnunum..

Hayatta hiçbir şeyin önemi olmadığını sadece bazı şeylerin değeri olduğunu düşündüğüm bu günlerde gözlemlediğim bu güzel tablo ve içimdeki sessizlik için minnet duyuyorum ..

'C'est la vie, a dit l'ange en caressant les cheuveux du jeune femme, pas le paradis'

Ve kulağımdaki sevgili şarkı ile veda edip kendime yollara düşüyorum. yeniden.. (Who wants to live forever when love must die?)

T.

- Üzüntü -

Birçok şekide tezahür edebilen bir duygu biçimidir. Olmasını veya var olmasını dilediğin bir durumun, kişinin, nesnenin genellikle varlığının gerçekleşmemesi veya sonlanmasının ardından insanda durgunluk, kırgınlık, ağlama isteği uyandıran anlık veya sürekli acılara gebe kalma halidir.

Kırılmaz sanmasındandır kendini birinci tekil kişinin. Geçilemez olma hissinin ve güveninin çatırdamasından mütevellittir. Bir kez daha olağanın dışındaki durumu kucaklamak zorunda kalışındır bedeninin acımasız tepkisi ; gözyaşı.

Kimisi dağlar, akın eder kalbine ve beynine anında. Çok da elle tutulur olmasına ihtiyacı yoktur gerekçenin. Elinden kurabiyesi alınan bir çocuğun verebileceği tepkiler her yaşta her anda gözlenebilir bir yetişkinde bile bu duygunun içindeyken. Tepkiler birbirlerine benzerler, yalnızca aksediliş şekilleri farklılık gösterebilir.

Affa sıkça sığınılan bir duygudur. Karşılıklı ya da çift taraflı olmasıyla meşhurdur. Üzen aynı zamanda üzülendir. Hem yanar, hem de yakar bu sebeple de ikizlerdir burcu üzüntünün..

T.

- Yasak -

Yapılması engellenmeye çalışılan veya cemaat, kültür ve ahlâk çerçevelerinde kesinlikle gerçekleşmemesi gereken, genelgeçerleştirilmiş, sonunda cezaî yaptırımı olan kavramdır.

İnsanda uyandırdığı merakın yanı sıra kişiye verdiği haz ve heyecanın paha biçilmezliği tüm tabuları yıkmaya iter genel olarak. Yasak olanları, yasakları aşma eylemi, kısıtlı bir kitle tarafından kırıldığının bilindiği hal olduğundan, müdahil olan çoğu kişide aynı hissiyatı ve hazzı uyandırır.
Böylece : yasak olmadan haz olmaz, hazzın bir parçası, uyulmayan yasaklardan beslenir.
Dünya üzerinde, zamanın da gelişmesiyle, pek çok yasak insanî uyarlamalara maruz kalıp emekliye ayrılmış veya renklendirilmiştir geçmişten bu güne.

Yasak olanın da duvarlarını kıranlar için önemi vardır, bu kimseler dışında bu olgunun, derisini yırtarcasına karşı çıkışların değerinin bilindiği azdır. Bu sebeple aslında bahsi geçen kurallar, dört elle kırılması gereken ancak kırılması halinde de kişinin tüm benliği ile sahip çıkmasını gerektiren duygu yoğunluğu fazla olan dalgalanmaların dünyevî karşılığıdır. Zira her yasağa karşı çıkışta da  görüldüğü gibi kişinin bu sorumluluğu alması halinde kendi dahil pek çok kavram ve kişiye karşı duracak gücü olması gerekir.

Yanlış olanı görmedikçe, sadece varsayımdan yola çıkarak, 'olmaması gereken'i akıl süzgecinden geçirip değerlendiremez insan ve doğruyu bulamaz. Doğru sosyetenin kitabıdır. Her türlü yanlışı eyleme döküp meşrulaştırma şeklidir.

Yasak, kişinin sevdiceğinin boğazındaki Adem elmasıdır bundan dolayı da yutulamaz, sökülemez, gizlenemez, tadılamazdır. Anlık hazlara gebe bırakır insanı ve er ya da geç sosyetenin kurallarına uymak zorunda bulur kişi kendini.  Bahsi geçen anlık kayboluşlar ile beslenenler yasakların derinliklerine bakarlar gözlerini ayırmadan. Ve korkmazlar kaybolmaktan zira kayıp olmadan bütün olunamaz.

Sonuç olarak, yasak, hissedilen ve deneyimlemeye çalışılan bir hayal halini alır.

T.

14 Kasım 2010 Pazar

- Umut / Ümit -

Durumun gerçekleşmeme ihtimalini kabul etmiş, sindirmiş olma ancak tüm varlığınla hala gerçekleşmesini dileme halidir.

O anın başlangıcını defalarca başa sarıp zihninde oynatmak, hayal etmek, hissetmek adeta ve hatta rüyalarına davet etme eylemleri en belirgin özelliklerindendir. Sonunda hep mutluluk olduğuna inanılan, yaşanılası hedefin ademoğlunda yarattığı heyecana, endişeye, korkuya, mutluluğa vb bir çok duyguyu saran kavrama verilen isimdir.

Umutlarımız hiç kaybolmaya, hep ışıya..

T.

- Yaşamak -

Yaşamın farkında olma halidir. Gelişimi takip etme ve anlama fırsatı tanırken insana, çöküşünü de kare kare seriverir gözlerine.
Bedenin gibi beynin, ruhun, anıların, acıların yıllanır; büyür, emerken öte yandan her nefeste yaşlanan ve yıpranan benliğini. Yarıda keser nefesini, sıkıştırır, engeller seni. Duvarları yıkamamanın zorunlu sorumluluğu altında rengarenk şekerleri arar durursun.

Gülersin masumlaşırsın, sorgularsın olgunlaşırsın, deneyimler durgunlaşırsın, öğrenir yaşlanırsın, yavaş yavaş. Yaşadığın anlık kayboluşların değeri ile yaşamaya arzun sırt sırta verdiğinde, iç çeker sarılırsın kendine.

Bir çok hayatının ama tek bir yaşamının olduğunu farkettiğin bir akşam üstünde, sevgiyle gülümser ve seslenirsin kendine:

Tüm bu tezatlıklara maruzken bile ne güzel yaşamak. Ama bir o kadar zor ben olmak.

T.

- Hayat-

Döner, dolaşır, sunar sana nimetini her zaman. En renkli meyvelerin en aromatik tatlarını deneyimletir. Her ne kadar inanmaya inancımızı yitirsek bile aslında hep bu gerçekliği bir anı gibi eskitip, ıslatıp, silikleştirip taşırız kendimizle. Beklenmedik zamanlarda beklenmedik olaylar aydınlatır puslu, kuru yapraklı yollarımızı.

Bağlanırız zaman zaman neslenere, şahıslara, şehirlere ve bir çok şeye. Bizi saran bu aşkın verdiği rehavetle görmezden geliriz çevremizi saran sigara dumanı misali dans edip akan renkleri. Farkında olmaksızın her bir anıyı en az bir kere istemişizdir oysa ki. Sahip olmayı düşünürüz, dileriz dokunmayı, en çıplak haline maddenin.

Her nefes alış ve verişte, içten içe minnet duysak bile varlığımıza, muhtemelen ana rahmindeki huzuru ararız, terlerinde ve tenlerinde insanların. Yalnız ölmek midir korkumuz yoksa hiç tanışamadan silinip gitmek midir bilinmez. 

Hoyrat davranırken kendimize, insanların bunu yapmasından yakınırız bir de. Yenilgileri sindiremez isyanlara kalkarız , ne kadar da nihil oysa ki.

Amacını arar dururuz septiklere arkadaş oluruz. Peki nedir amacı varolmanın diye sorduğumda kendime : Deneyimlemek ve keyif almak, diyorum, ötesi boş, karanlık, anlamsız ruhuma.

Haydi yolum açık ola. Güneşim bedenimi sara!

T.

31 Ekim 2010 Pazar

Minnetin unutulmuş ekşi kokusu

Güneşli bir pazar günü işte olmak hiç rahatsız etmiyor beni. Hatta aldığım keyfi sorgularken bir çıkarımda bile bulundum zannımca. Son 1 seneme baktığımda, hayatımın gün be gün ne kadar düzene girdiğini görüyorum. İşimi seviyorum ve keyifle yapıyorum, sevdikçe daha da iyi yapıyorum görüyorum ve hatta yaptığım işi iyi yaptığımı bile söyleyebilirim dürüst olmak gerekirse.İşimi sevdikçe insanlarla ilişkilerimin düzeldiğini farkettim. Herkese bir şans vermek gerektiğini anladım, değerine göre bu şansın 2 veya 3 de olabileceğini idrak ettim. Değişim ve gelişim için affetmenin yüceliğine inanmaya başladım.

İçimi toplu süzgeçten geçirdikten sonra elimde kalan insanların değerlerini bilmeyi ve varlıklarına şükretmeyi öğrendim. Güneşin doğuşuyla her ne kadar birbirine benzeyen günlere uyandığımı hissetsem de değişimin parçası olduğumu kabul ediyor ve çerçevelerimi genişleterek bakmaya çalışıyorum. 3 mevsim geçti üzerinden, evsiz kaldım, parasız kaldım, sevgisiz kaldım, yalnız kaldım, acımasız oklara maruz kaldım, uykusuz kaldım, aç kaldığım da oldu hatta. Her insanın yapacağı gibi önce aileme sığındım ve onlardan güç aldım. Sonra beni seven insanların şefkatine bıraktım kendimi, onlarla beslendim. Kızgılıklarımı, kırgınlıklarımı döktüm defalarca usanmadan dinledikleri için minnet duydum. Kendimi karşıma aldım ve tüm zaaflarımı döküp acımasızca yargılamak zorunda kaldım. Kararlar almak zorunda kaldım ve uygulamaya başladım. 27 kilo verdim, egomla tanıştım, korkularımı yenmeyi ve hatta korkularımın yerine isteklerimi koymayı öğrendim, hayaller kurdum birer birer hepsi için ve hayata geçirme tarihi belirledim. Sonunda da başardım. Hem de çok ufak sapmalarla. Doğal sıkıntılara karşı çıktım, sevgimi içime hapsetmek yerine insanlara akıtmaya başladım ve gördüm ki renkler bile değişim gösteriyor. . O zaman anlamaya başladım işte evrensel enerjinin değerini..Yeni bir eve taşındım, daha güler yüzlü daha anlayışlı ve çook daha mutlu bir insan oldum. İyi insanlarla tanıştım, daha iyileriyle ilişkilerimi pekiştirdim. Sevdim, sevildim. Son birkaç senede geliştirdiğim yalnızlık korkumu aştım, kendimle mutlu olabileceğimi hatırladım. Birileri için yaşamaktansa kendim için yaşamayı öğremiş ve tırnaklarım kanayana kadar kazmış oldum hayatı , şimdi dönüp baktığımda gülümsüyorum.

Sevginin yer yüzünde üstesinden gelemeyeceği sorunun olmadığını görüyorum. Bir şeyi seviyorsan eğer (mesela kendin ve varlığın) tüm renkler daha canlı, tüm sesler daha berrak, insanlar daha sevecen ve gerçek geliyor gözlerine. Çevrendeki negatifliğe adapte olmaktansa çevreni pozitifliğe alıştırmak çok daha eğlenceli geliyor mesela. Dünyayı rengarenk boyamak istiyorum adeta. Turuncu mavi yeşil kırmızı isimler takmak istiyorum anlara, anılara.

Güneş bizi kötü niyetli insanlardan uzak tuta.. Göğümüzde hep gökkuşağı ola!

Ps: Savaşın 3. günü ve hala ilaç almadım. Aferin bana :)

T.

28 Ekim 2010 Perşembe

Preces Meae

Bazen iç çektiriyor hayat, ne derin derin soluyabiliyorsun evreni ne de kusup çıkarabiliyorsun çığlıklarını. Göğüs kafesini kırarcasına duvarlarına çarpıyor duyguların. Her hissiyat denklemine de yakışıyor bu durum hani. Haykırası gelmiyor mu insanın zaman zaman, yağmurlara bağırası? Oysa pek çok kişi sever kovalamaca oynayan aşk damlalarını, haz alır hatta izlemekten, ard arda düşerken birbirlerine yetişme telaşlarını, aynı hayattaki büyük koşuşturmalarındaki kendileri gibi.. Bu aşıklar düştükçe toprağa, sanki dünyadaki tüm diğer sesler susar da gönüllü, kalan  tıngırtılar akın ediverir kiminin kafatasına. Tüm sesleri emip, sessizliğin  gürültüsünde boğulur gibi olursun..

İçinde bulunduğu durum hakkında nanosaniye kadar düşünebilecek bir konsantrasyona bile sahip değilken ben, nedir bunca damarları tokatlamaya meğilli yuvarların derdi bilemiyorum. Son birkaç zamandır yükselen çıtalarım ile beraber direncim gibi deliliğimin de acılarla paralel gelişebileceğine şahit olmadım değil. Son olarak yağmur altında ağlayarak yürürken, normalde zaten şiddeti normal kavramının üstünde ağrılarımın yaşattığı şuursuzluk sonucunda, yan etkileri prospektüsün büyüklüğü ile doğru, boyu ile ters orantılı olan minnacık bir dil altı ilacının ağrılarımı kesmeyeceğini düşünerek eczanenin önünden geçerken yedeklemek suretiyle çift doz almam o an için sağlıklı düşünemediğimin bir göstergesi değil miydi? Sonrasına yaşadığım ruh hali ilacın düz ve yan etkisi biraz geçtikten sonra içinde bulunduğum acizliği haykırmadı mı şakaklarıma? Her şey bittiğinde başa dönmüştüm bile minik bir aydınlanmayla beraber. Bütün yüzümün uyuşmasının yanı sıra kafatasımın içindeki yangın, konuşma kabiliyetimin yok oluşu ve hatta ellerimin, ayaklarımın, algılarımın, düşüncelerimin kontrolünü dahi kaybetmiş olmamdan mütevellit olsa gerek müthiş bir karar aldım. Önce BEN kuralı sebebiyle kendim için, ardından da hayatımda var olan, sevdiğim insanların daha fazla üzülmesine tahammül edemediğimden, bu gece itibari ile Migren'e savaş açıyorum. Çok çetin bir mücadele olacaksa da artık dudaklarımdan dökülmeyecek olumsuz kelimelerin, motivasyonumun hayat pınarı olmasını umuyor ve başımı sevgiyle kucaklıyorum.

Güneş tepemizden eksilmeye..

T.