4 Haziran 2012 Pazartesi

- Ruh-


Bir tetiklemeden ibaret aslında o farkındalık ya da sorgulama anının başlangıcı. Çevrendeki herhangi bir eylem ya da ses ya da sadece o an durum bile senin adına özel yaratılmış gibidir. Her insan için zordur muhtemelen kendisi olmak, kendisi gibi kalmak, vazgeçmemek, direnmek düzene. Kimisi ne de değerli sanır kendini sanki dünyadaki tek değerli ve çok değerli özüymüş gibi. Kimisi değersiz sanır kendini yetersiz görür benliğini. Kabulleniş çok uzun zaman almaktadır her halükarda hakikat ile yüzleştiğinde. Ayrıca bunun doğru olup olmadığını dahi bilemezsin denerken. Hani alıp bir grup insanı karşına destan da anlatamazsın ki. Kendini kimlere ne şekilde anlatacaksın ya da anlattıkların ne kadar objektif olacak. Ne kadarı gerçek anlamda kastettiğini tasvir edecek bilemezsin.

 Hatıralardan açıldı konular, haylazdım ben çocukken. Belki hala da haylazım bilemiyorum. Yaşımın gerektirdikleri neler, çok bir fikrim yok ancak sanmıyorum ki gerçek anlamda düzene ait bir yetişkin gibi davranıyor olayım.. Tirbülansa giren uçakta insanlar iç çekerken kahkaha atan, en değerlileriyle konuşurken dahi kelimelerini seçmeye ihtiyaç duymayan, yırtık cepli, renkli ayakkabılı, masasından çayı, elinden sigarası, aklından minik hayal görüntüleri eksik olmayan, gözlerini dikip insanları gözlemleyen biriyim işte. Hatalar prensesi belki de. Gurur duyuyorum hatalarımla ve umarım hatalarımla gurur duyan insanlar da vardır çevremde. Zaman zaman içimde derin bir sessizliğe gebe kalmaya hevesli ama bunca hareketliyken dünya, böylesine dönerken umarsız, müdahale etmeden rahat edemeyen, durumlara birden çok tepki verebilen bir çoğul kişiliğim.

Anneme veya babama her baktığımda sanki geçmiş yıllarda tozunu yuttuğu sahnelere iç geçiren yıllanmış oyuncular gibi hissetmekteyim kendimi. içimde ve dışımdaki bu akımı bu kadar net hissettiğim insanların bile olmasına minnet duyuyorum. Asıl, bence, buna deniyor, aşk diye. Ruhunun eksik parçalarına uygun başka ruhlar, başka parçalar. En nihateyinde hepimiz bir bütün değil miyiz? Herkesin birbiri karşısına çıkma sebebi yok mu? Hatta bazen es geçtiğimiz değerler ilahi biçimde tekerrür etmiyorlar mı bu sefer kaçırmayalım diye. Ve bizler yine de görmemize rağmen bu ilahi parlaklığı, korkarak kaçırmıyor muyuz o büyüyü durumun üzerinden? Güne birisinin gülmesine şahit olmakla başlamak gibi pek çok muazzam duygular var öte yandan. Ben bedeni ve ruhani arayışlara gark olmuş takip ederken güneşi, benim eşim, kendinden çok uzakta, söylüyor yıldızlara, bir diğeri gençliğini düşünürken gecede, öteki yalnız, eğiliyor selamlıyor izleyenlerini. Pek çok eşim var benim. Ne garip ki belki de gerçekten varolduklarından dolayı genelde uzakta olur en kıymetliler..



T.

Sayılabilecek kadar az olsun özlemlerimiz.

-Tutku-


Tutkunun yokluğu, tutmanın, tutuşmanın karmaşası, istemsizliğin hakimiyeti. Öz ve özbenliğine yenik düşmek ve yabancılaşmak. Sevmenin ve kendini yok saymanın acı gerçekliği. Tutkusuz yaşanan onlarca, yozlaşmış, yalnız ilişkiler. Alev alev tutmayan tenlerin birleşmesi. Mutsuz yaşamlar, yalnız ölümler.

Tutku; yaşama tutku, insana, eşyaya, sigaraya, çaya, güneşe tutku. Hatıralara ve sıcaklığa bağlılık. Anne kokusuna duyulan aşk. Duygu dolu kollara duyulan hasret. Sarmalanmaya ve hissetmeye duyulan ihtiyaç ve bunca açlığa rağmen varolma arzusu. Yaşanacak daha onca şey var ki..

Ifadesizlik, hayatın insanı şaşırtmayacağına duyulan sözüm ona bilgelik, yine de koyup gidememenin hüznü. Gidemezsin ki, bunca insan, bunca hatıra, bunca aşk, bunca sevgi varken. Kime emanet edip gideceksin bu şarkıları, kokuları, eşyaları, yarım kalmış hikayeleri.. Kimlere haykıracaksın sevgini, gözleri görmez, kulakları duymazsa eğer, havada asılı kalan sevgi sözcüklerinden nasıl af dileyeceksin.

Yokluk, hüzün, yemyeşil ormanlar, bulutlu dağlar. Sabahlara kadar dinlenen şarkılar ve tüm bunlara sahip çıkmanın gönüllü zorunluluğu. Bırakıp gidersen, kim sahip çıkacak, sana bile ait olamamış bu hikayeleri? Tanıdık ten kokuları, tanıdık ter kokuları, benzersiz donuk bakışlar. İfadesizlik.

Sevgi; haykırış, kendine verebileceği yegâne armağan, unutulmuş minnettarlığın ekşi kokusu; gidenlerin ardından çiçek gibi saldığın. Doğumun ve doğurmanın verdiği yaşama arzusu, ruhunun bölünüşü, bedeninin acımasız tepkisi gözyaşı, yaralar, ağrılar. Bir çift elin neleri iyileştirebileceğine dair farkındasızlık.

Bıkkınlık; hep aynı sabaha uyanmanın verdiği sıradanlık, durmadan hatıraları sıcak tutma çabası. Vazgeçememek, hala bir şeylere direnmenin yorgunluğu.

Aşklar, uğruna yitilmiş, geçilmiş hastalıklar. Yaşam dolu sevmek, yaşam dolu sevişmek ama ölüme soyunulmuş yanlış anlaşılmış sevdaların arasında parlamaya çabalamak. Yalnızlık, ana rahminden toprağa kadar süren uzun, inişli çıkışlı yolculuk. Elde edilememiş ganimetler. Hoyratça tüketilmiş bedenlerin, yılmış, inançsız, bilgisiz, kapalı ruhları, kurallara uyumlu, ifadeden uzak, plastikle sarılmış renksiz duygular.. 'Ben' merkezci insanların uşağı olmak ve ben demekten bile korkmak..

T.

1 Haziran 2012 Cuma

- Bir Günlüğüne-


Bir günlüğüne, bir günlüğüne, kır kalıplarını ve dokun ruhuma,


Çırılçıplak, savunmasız, yeniden, ben, doğdum bu dünyaya,
Rüzgar ol, güneş ol, martı ol,
Gözlerimden al ilk nefesini,
Haykır bana zamanın öldüğünü
Ve dünyanın bizi gördüğünü...

Korkma düzene yenik düşmekten, kaybetmekten, değişmekten.
Kalbin senin yolun gözler, kavuşturmuş ellerini, seni diler.
Kaygılarını yerleştir sırt çantana, bir müddet taşı yanında,
Yorulduğunda, yavaşça çöz iplerini, bırak sonsuzluğa

Düşünme, sadece dinle, dalgaların yüreğine vuruşunu,
Kapat gözlerini, ellerini, hayallerin ol.
Burada kaleler yıkılmaz, şarkılar acıtmaz rengarenk tüm çiçekler,
Dokun haydi yıldızlara, sarıl varlığıına sen de gel bu düşler yolculuğuna..

T.