26 Ekim 2011 Çarşamba

- Somewhere -

Ne  kadar da hüzünlü aslında hayatın ta kendisi.. Çocukluğumuzdan yaşlanmamıza dek hep bir şeyleri öğrenmek, başarmak ve hatta yarışmak için zamanla didindik durduk. Öğrendiklerimiz ya da bize zorla öğretilen pek çok bilgiden, ileriki yıllarda kullanmama olasılığına ya da sırf kalpten ezberletilmiş olmalarından kaynaklı hiç faydalanmadık. Hem gerek görmedik, hem de zaten hiç sevmemiştik. Pırıl pırıl zihinlerimize, sağdan soldan toplama ve ego kokan bir sisteme dair aşırı yüklü ve hissiz bilgiler yerleştirildi. Kendine özgü dahi olmayan bu sistemin piyonu olmuştuk pek çok insan gibi. Karşı çıkışlarımız ve boyun eğişlerimiz oldu her zaman ve olmaya devam da edecek muhakkak. Oysa ki bunca bilginin içinde boğulurken gencecik bedenlerimiz içten içe tüketilmeye çalışıldı nüvemiz. İnsanlığımız. Dünyanın her yerinde, her gün onbinlerce canlı acı içinde. Ancak biz insan hayvanı o denli yoketmeye odaklanmışız ki. Görememekteyiz kendimizi, kökenlerimizi, varlığımızdaki engin anlamı. Hangi canlı zırf zevk için yokeder ki insan dışında. Ve üstüne övünebilir bu aşağılıklığıyla. Ama biz her birimiz, o kadar betonlaşmış, teknolojik, insanlıktan uzak canavarlara dönüşüyoruz ki çağdan çağa, bir yandan iç çekip geçiştiriyorum, orta yaşlı ruhum en azından en kötü günlerine şahit olmayacak bu dünyanın, öte yandan düzeni değiştirmeye gücüm yetmediğinden içerliyorum.

Çaresizliğin her canlı için yarattığı hissiyat muhtemelen aynıdır. Yıllar önce 17 ağustos depreminden 72 saat sonra sağ çıkan birini tanıdım. Meğer benzermiş kanımız. Gözlerindeki kaybetmişliğin acısı ile yaşıyor olmanın ve kurtarılmış olmanın verdiği minnet duygusu içiçe geçmişti. Hanesinden tek sağ çıkan bu kadına kim hayatın mükemmel ve umut dolu olduğunu anlatmaya cüret edebilirdi ki.. Zaman işte en acımasız ilaç, hem iyileştirir, hem muhafaza eder duyguları senin için.

Bizler aldığımız milyonlarca nefesin kaçının farkındayızdır ya da sırf yaşıyor olduğumuz için bile kaçımız minnet duyuyordur evrene? Hayatın kısmi olarak satın alınabildiği bir devirde halen yaşıyor olmak ne muazzam bir nimettir oysa ki. Dağ gibi adamlar mi devrilmedi narin gözlerimizin önünde.
Üzerinde yaşadığımız değil ama içine ettiğimiz dünyanın ve yaşamın az biraz bilincinde olabilse insanoğlu, biraz daha sevgi dolu olabilse, her kötülük azalır. Savaşlar da tabii. Ocaklara düşen ateşler de. Hepimiz, acımasızca parçaladığımız bu toprakların altını ziyaret edeceğiz elbette ve tabi ki istemsiz. Sırf bunca sene bize yaşam sağladığı için bile dünyayı bir nebze sevmeyi başarsak işte o zaman bahsi geçen azar azar sevgiler adem evladını mutlu ve bereketli bir geleceğe taşıyacaktır. 1000 adımdan 100 tanesinin hakkını verebilsek, ve sırf kendimiz için bile bunu denesek, yaşanılası bir yer olurdu yeryüzü.

Sefalet içinde çaresizce bekleyen insanımıza güç, sabır ve sağlık diliyorum.

Acıların azaldığı, refah ve mutluluk düzeyinin arttığı, toplumların barıştığı ve insanların seviştiği bir dünyanın hayaliyle...

T.

12 Ekim 2011 Çarşamba

-Ne mutlu-

Her insanın farklı yaklaşımları oluyor olaylara. Ayrıca ne mutlu ki öyle. Herkesin aynı düşündüğü bir dünyayı hayal hadi etmek istemezdim. Yakın geçmişte muhakkak ki nedenleri olan ancak halen idrakına tam olarak varamamış olmamla beraber anlamaya çalıştığım bir özel gün hakkında düşünüyorum. Doğum günü. Insanın sevdikleri tarafından genellikle kutlanan bu güzel güne anlam yüklemediği ve hatta sevmediği de olabiliyor. Ama olaylara farklı yaklaşmaya çalışınca en azından çevremizdekilerin tepkilerindeki abartıyı anlayabiliyoruz. Bu çoşkunun sebebi elbette ki mükemmel bir insan olmamızdan kaynaklanmaz. Kaldı ki ben gayet mükemmel olduğum kanısındayım :) Şaka bir yana,  herkesin kusurları var ve ne mutlu ki hepimiz bu durumdan haberdarız . Ben arkadaşlar ve çevre çerçevesinden öte anne çerçevesinden konuyu ele almak istiyorum. Ve bu sene kendi doğum günümde anneme hediye almayı planlıyorum. Zira annelik elbette yaşanmadan asla anlaşılamayacak bir bağ ve duygu. İçinde uzun süre boyunca bir varlıkla yaşıyorsun. Nefes aldıkça sen o da seninle kalp atıyor. Beslendiğinde, uyuduğunda, güldüğünde, ağladığında hep seninle ve senin etkinde. Attığın her adımı onu düşünerek atmak gibi bir zorunluluğun var. Zamanı gelip de içinden çıkıp da kollarında kavuşmanıza kadar birbirinizi hiç bilmiyorsunuz. Ve hatta biz çocuklar çok çok daha sonra onu/ onları tanıyabiliyoruz ki, onyıllar bile alabiliyor. Ama anne, seni içinde ve dışında büyütmekle kalmıyor, seninle var olmaya devam ediyor. İçinden koparılan büyükçe parçasını hayatta tutmak için, iyi yetiştirmek için, kendi yaşadıklarını sana yaşatmamak için sürekli olarak direniyor hayata. Kendi yalnızlığına ağlamıyordur bir anne evladınınki kadar. Bizler çocuklar olarak o bağın ne demek olduğunu anlayamadığımızdan beklenen tepkileri vermiyoruz her zaman. Bunun öncelikli sebebi özgürlük duygusu, ikincil sebebi ise yılları beraber geçirdiğimizden kaynaklı tahammülsüzlüğümüz ve dolaylı olarak ön yargılı olmamız, o çok değerli insanlara. Bu kaçınılmaz bir durum aslında, her insanın başından geçen.. Doğduğum için mutlu olan insanlar tanıyorum ve hayatımın her yeni yaşında daha nicelerine beraber olmamızı ümit edenleri. Ben de sevdiğim insanların nice günlerinde yanlarında olmayı umuyorum ayrıca. Mevzu kişinin kendi doğum günü olduğunda zaman zaman daha coşkulu ya da karamsar olabiliyor. Dünyaya gelmek benim seçimim olmadığından dolayı bu seremoni anlamsız gelse de burada yaşamak, kendim olarak yaşamak, kendi hayatımı yönetmek ve bunun bilincinde olmak güzel. Yeniden dünyaya gelsem annem değişmesin isterdim. Bir anneyi anlamaya çalışmak ve hatta bunu başarabilmek çok zor, kaldı ki insanın kendisiyle bile anlaşması her zaman mümkün olmuyor. Sevdiğim insanların varoluşlarından dolayı duyduğum mutluluk bir yana annelerinin böylesine sevilesi evlatları yaşatabilmiş ve yetiştirebilmiş olmalarından dolayı hissettiğim saygı sonsuz. Ne mutlu ki doğurmuşsunuz bizleri, iyi ki bizimlesiniz. İyi ki varsınız anneler. Sizsiz dünya katlanılmaz bir yer olurdu.

Iyi ki doğdun çocuk ve iyi ki doğurdun anne..

Sevgi her zaman annelerimizin bize duyduğu gibi aşk ve sonsuzluk dolu olsun..

T.

10 Ekim 2011 Pazartesi

- Derin -

Hayat, insana bazen geçmişinde kapalı olan kapıları yeniden aralama olanağı tanır. Bu olanak elbette ki gelişigüzel değil. Yaşananlar, yaşananlara verdiğin tepkiler, yaşayamadığın günlere dair duyduğun merak, hayattan aldığın derslerin ardından, zamanında verdiğin değer ve beslediğin sevginin karşılığı olarak belki de geçmiş senelerde rafa kaldırdığın ama içten içe hiç tozlanmasına izin vermediğin, o sevgili kitapları ve az eskimiş sayfalarının kokusunu derince içine çekme şansı veriyor... Yılların ardından yeniden aynı heyecanı yaşamanın paha biçilmezliği ile yıllar önce ve boyunca yaşayamadığın tüm saniyelere, çok olmamakla beraber, içerlerken bulabiliyorsun kendini.. Eh kavuşmalar, unutulmaz anlar, hoş sohbetler, değişik yemekler, sıcak ortamlar, güzel deneyimler ve ölümsüz anıları biriktirip yetinmeyi öğreniyorsun her seferinde..

Tutup çekesi gelmez mi insanın o en değerli anları diğer sıradanların arasından? Gelir muhakkak.. Camdan bir fanusa yaslayıp tüm dinginliğini, derinliğini ve doğallığını baş köşesine koyarsın yüreğinin, zihninin. Daha bir üstüne titrer insan böyle vak’alarda. Eskiden erişme şansın olan, yakın olduğun insan ve nesnelerden , mekanlardan uzakta, onların özlemiyle yaşarken bir yandan, her ne kadar uzak olmaları üzücü olsa da, hayatın sana geçmişte yarım kalan olayları değerlendirip yönlendirme ve yaşama şansı vermesinden dolayı minnet duyarsın ellerini kavuşturup..

Değeri derinliğidir uzakta olanın..

T.