28 Mart 2012 Çarşamba

Back in the Future

İnsan en çok kendinden korkuyormuş meğer. Yani zaten yaşadığımız topraklar, hayatlar, yeterince yetersiz ve olması gerekenden uzakken, meğerse ne kadar kapatılmışım kendi içime. Üstüne üstlük bir de dengeli olduğumu zannediyordum. Ama öyle olmuyormuş meğer. Kendimle her tanışmam benim açımdan çok heyecan verici bir süreç. Zaman zaman sıkıntı ve sessizlikle açığa çıksa da resmen bilmediğin bir dilde yazılmış bir kitabı deşifre etmenin mutluluğu gibi. İleride bu yollarda emin adımlarla yürümeyi öylesine istiyorum ki kendimle ilgili bir durum olduğunda kesin çizgilerle insanların sınırlarını çizip sadece acaba diyorum içerideki salonlarda kimler konuşuyorlar ve önemlisi içimdeki uğultu ne zaman diyaloğa dönüşecek. Kendimi anlayabildiğim sürece insanlara bu konuda yardımcı olabileceğimi bildiğim için de dengem sarsıldığında biraz yabanileşip, tüm bağlarımı koparıyorum dış dünyayla. Aslında çok rahat olduğunu zanneden benim ne korkularım açığa çıktı bu süreçte şoka girdim. Bir psikolog arkadaşımla konuşurken, bilincin dile getirdiği şeyin bilinçaltında bambaşka bir söylemi olabileceğinden bahsetti. O andan sonra oturup elediğim tüm ihtimalleri yeniden masaya yatırmam gerekti ve aslında fikir ve eylem olarak çok rahat olduğum konularda bilinçaltımda bambaşka savunmasız ve korkak benin konuştuğunu farkettim. İnsanın kendisiyle zıt düşmesi gerçekten de zor bir durummuş.
Korkularımı artık daha yakinen takip ediyorum ve onlara dair düşünce şeklimi değiştirmem gerektiği için son 10 gündür neredeyse sadece kendimle ilgileniyorum. Bu ilgilenmenin en az 3 günü 'sadece' durmakla geçti. Diğer kısmı da dinlemekle kendimi, henüz yeniden programlama aşamasına geçemedim ancak en azından içinde bulunduğum  ruh halinin sebebini biliyorum. Daha arınamamış olsam da, bundan sonraki süreçte biraz kendim için bir şeyler yapmayı planlıyorum. Son zamanlarda insanlara o kadar çok zaman ayırmışım ki kendi feryatlarımı duyacak gücüm ve zamanım olmamış meğer. Bu sebeple yeni bir eğitim sürecine girmeye karar verdim. Bu süreçte evrenin bana sunacaklarını can-ı gönülden merak ediyor öte yandan da az biraz sabırsızlanıyorum.

Evimde yeni düzenlemelere gidiyorum içimde olduğu gibi. Yer değişiklikleri, yeni mobilyalar, cicili bicili süslemeler ve çok sevgili ampul prensim Tokacığımın da ameliyat sonrası ortalıkta dolanması vs. Her şey sabit ama daha bir yeni bu sıralar.

Hayal ettiklerimin sıkıntısız ve engelsiz olabileceği en uygun ve kısa zamanda başıma gelmesini artık ümit etmiyorum elbette. Ne de olsa olacaklar, sadece bekliyorum o sebeple..

Haa bu sırada aşk korkulacak bir şey değilmiş meğer, aman eliniz ayağınız birbirine dolanmasın. Aşk, sen ve o oldukça güzel, sen kendini kaybedince onun olmasının anlamı pek olmuyor. Sevgi ve barış önce insanın kendi içinde yerleşmeli ki aşılanabilmeli. Geçmişten bugüne geliştirdiğim aşk korkusu egosunu yıkıp yerine güneşli çimler ve bahar rüzgarı yerleştiriyorum. Oh ellerime sağlık.

T.

21 Mart 2012 Çarşamba

Sevgi - Yüzleşme


Bazen kendimi acımasızca sıkıştırıyorum kenara.. Sürekli olarak insanları dinlemek, onlara zaman ayırmak ve hatta düzenli olarak insanlara yetişmeye çalışmanın sonunda arada bir olduğu gibi gene kapanma isteği içerisinde buldum bedenimi. Ancak bu sefer gerçekten de tek kelam konuşasım yok. Kendi kendime kısa cümleler kurup sonra gerçekliklerini hesaplamaya çalışıyorum verdiğim duygusal tepkilerle. Son birkaç gündür biricik annemin bana çocukken kurduğu bir cümle kulaklarımda çınlıyor. ' Sen çok sevgi dolusun Müge' derdi hep. Bugünlerde bunun iyi mi kötü mü olduğunu anlamaya çalışıyorum. Annemin acaba tam olarak kastettiği neydi?

- Çok sevgi dolusun bu yüzden mantıklı değilsin?
- Sevgini yönetmeyi bilmiyorsun;?
- Sevgi için çekmeyeceğin acı yok?
- O kadar sevgi dolusun ki bana bile fazla geliyor?
- Bunca sevgiye nasıl dayanabiliyorsun, çok zor olmalı?

ya da başka çıkarımlar.

Sevgi dolu olduğumu biliyorum hatta bu durumun sert duruşumla büyük bir tezat oluşturması da çok ironik geliyor ancak bu sevginin seviyesi neden artık beni biraz yormaya başladı onu anlamaya çalışıyorum. İnsan kendi sevgisinin altında ezilir mi yahu? İnsanlara beslediğim sevgiyi artık daha fazla yaşatmak istememem bundan mı peki? Ailemi tenzih edersek, en çok sevdiğim insanların bile yüzlerini görmek istememem, seslerini duymak istememem neden? Sanırım şu sıralar o çok kıymetli sevgiyi sadece kendi içimde tartmam ve hatta sadece kendime akıtmam gerekiyor. Ve kendimden vazgeçemeyeceğime göre belki bazı sevgilerden vazgeçmem mi lazım acaba? Bir sürü sorular içindeyim. Sağlıksız kararlar vermemek için iletişimsizliğe sığındım. Arka planda çok sevgili bilincim zamanı gelince en doğru şekilde durumları değerlendirip, uygun bir çıkış yolu bulacaktır bu duygusal kaostan. Sevgili Egom 'Güneş' bu sefer biraz kırıcı söylemlerde bulunduğu için de 'unreachable' statüsünde sadece asılı kalıyorum havada.

Öte yandan da bu da bir mekanizma, zaman zaman kapanıyorum ki sonunda güzel güzel çiçekler açıyorum. Ama işte en kötüsü beklemek sanırım. Ne olacağını ne zaman ne şekilde olacağını bilmeden sadece beklemek.   Anlatmak rahatlatır ya normalde, bu sefer rahatlatmıyor.

Ben korkularımla yüzleşmeye gidiyorum, meydan size emanet..

T.