31 Aralık 2011 Cumartesi

-Hep Bir Niv Yır!

Bugün senenin son günü, son cumartesisi aynı zamanda. Soğuk ve yağmurlu bir İstanbul akşamında, Christmas şarkıları eşliğinde çayımı yudumlayıp hoş sohbetlere dahil olurken biraz anlatmak istedim. 2012 senesinin, her ne kadar çift sayı olmasından dolayı biraz garipsesem de, oldukça tatmin edici bir şekilde ilerleyeceğine ancak aynı zamanda heyecandan öte derin bir huzur barındıracağına dair bir hissiyatım var. Böyle filmlerde kocaman bir bahçe ya da geniş arazilerin içindeki ahşap evler olur ya; camı açtığında gökyüzü açık mavi, minik tombul beyaz bulutlar, karşında yeşil ağaçlar, gölgelerinde gizlenen başka yerkeşkeler, daha yakında sarı sarı başaklar daha da yakında kahverengi bir toprak, çitler, hayvanlar, güzel kokular, sımsıcak turuncu sarı bir güneş.. Tam olarak sabah uyanıp panjuru açmak üzere hareketlenmiş ve hatta çok hafif aralamış da güneşin süzülerek hem karşımdan hem de panjurun aralarından yatay olarak bedenimi sarması gibi hissettiriyor yarından sonraki hayatım.Geçtiğimiz sene gerçekleşmesini istediğim tüm güzellikler ve atmak istediğim adımların çoğunu deneyimlemiş olmaktan dolayı 'aferin bana evet' diye saçımı okşuyorum, yanağımdan makas alıyorum. Demek ki istedikleri oluyormuş insanın bir kere daha öğrenmiş olduk. eh koskoca 365 gün 1 level desek, bu sene yeni bir tünele girecek olmak çok heyecanlı oluyor bu durumda. Öncelikle geçen sene yeltenemediğim hayallerimi kısa zamanda tamamlayıp üzerine de biraz biraz renkler, yapraklar, damlalar, sihirli tozlar serpiştirip harmanlamayı planlıyorum. Başıma gelen en can sıkıcı olaya dahi inanılmaz bir şükran duyuyorum bu sebeple.

İşin aslı aslında insanları oldukları gibi sevebilmeyi başarmakta. Kişilere karşı geliştirdiğimiz, yıllarca, yaşadıkça, doğal olarak biriktirdiğimiz, yargıları mimimuma indirgeyip insanları sadece oldukları sevmeye devam edebildiğinde insan daha mutlu oluyor. Anladıkça besleniyor güzel duygular ve köreliyor insanlığın laneti. O zaman işte, mimikler, bakışlar, hareketler, tonlamalar, sözcükler gerçekten değerli oluyor. Bir insana sarılmanın samimiyeti ya da sadece bir gülümseme bile havai fişekleri patlatıyor damarlarında, genişliyor, nefes alıyorsun sonsuz bir plajda, dalgaları köpürten rüzgar öpüp geçiyor yanaklarından.

2011 senesi pek çoğumuz için bir farkındalık senesi olarak geçti sanırım. Yeni insanlar tanındı, yeni olaylar yaşandı, pek çok hayalin gerçekleştiği bir seneydi 2011. Zor günler ardıldı, güç ve direnç ve inanç gerektirdi zaman zaman. Yüksek motivasyonların sabitlendiği bir seneydi aynı zamanda. Anlayışa adım atma senesiydi hem 1. hem 3. tekiller için. eh böylesine duru, normal bir senenin arından elbette daha da iyi bir senenin gelmesi beklenebilirdi ancak

Medeniyetin gelişimle doğru orantılı artması gerekirken azaldığı günümüzde, dilerim

18 Aralık 2011 Pazar

-Hadi ordan filozofmuş-

Her insanın pişmanlıkları vardır muhakkak, kimse mükemmel değil ne de olsa, gerçi daha önce de dile getirdiğim gibi ben gayet sıradan bir mükemmelliğe sahip olduğum kanısındayım :) Her neyse, aileme sığındığımdan mıdır bilinmez aklımda sorular, gözümde görüntüler, içimde sıkıntılar olmamasına rağmen inanılmaz bir duygusallık yaşamaktayım. Ancak fikirler dökülmeye başladığı için birazdan ardı arkası kesilmeyen anlamsız sorulara boğulacağımdan da öngörülü haberdarım. Yani neredeyse bulaşık yıkarken dahi gözlerimin dolması ve bu durum biraz hoşuma gitmiş olması, böğürerek içimde öylesine biriken tozları atamadığımdan mıdır, yoksa sadece babaocağı, ana kucağının verdiği bir geçmişe dönüklük ve idrak zorunluluğundan mıdır bilinmez ağlayasım var.. Ne kadar zor bir çocuk olduğumu bir akşam boyunca dinlemekle kalmayıp bir de üstüne övüne övüne detaylandırdım, anılar uçuşurken havada, zira olduğum kişiden hiçbir şikayetim yok çok şükür dinimiz amin. İnsan karakterini seçemiyor, bedenin, dilini, rengini, özelliklerini, yeteneklerini. Bilgisayar değiliz ki parça parça toplatıp hayalimizdeki en ideal performansa ve şekle yakın olanı parası neyse veririz diyip elde edelim. Öte yandan her insan kadar benim için de çok zor 'ben' olmak. İçindeki güzellikleri anlatamamak mesela, dillendirememek ne çeşitli duygulara gebe olduğunu, tarif edememek gördüğün canlı renkleri, dokunduğunda hissettiklerini.. Ne zaman sığınsam annemin kokusuna, orada bir müddet asılı kalmak istiyorum. Oysa ki ben değil miydim uzaklara giden, uzaklarda yaşamak için debelenen. Biz uzak olduğumuzda birbirimize kızmıyoruz ve daha iyi anlıyoruz diyen. Peki bu nasıl ikilem. Bir yanım bir an önce bu zayıf görünen duygusallıktan kopup gitmek isterken diğer yanım onların yanında durmak, sadece durmak istiyor. Kıymetini bilemediğim yılların ızdırabı değil elbette ama içerlemesini yaşıyorum sanırım içten içe ve her görüşmemizde karşılıklı yaşlanmış veya yıllanmış olmamızdan kaynaklı tedirgin oluyorum belki de. Hani birini sever de bağlanmaktan korkarsın ya ..

Hiçbir zaman yaşımın gerektirdiği gibi davranamadım zira bana bununla ilgili bir bilgi hiç verilmedi. Hangi yaşta nasıl davranılması gerektiğine dair bir el kitabı, bir tv programı, bir anlatı, dinleti falan. Ergen yaşta büyüdüm kendi içimde, indim çıktım, yetişkin yaşta çocuklaştım, masumlaştım, bir yandan yaşlandım öte yandan rönesans yaşadım. Anne ve babama günbegün duyduğum sevgi, şefkat ve hayranlığın artması onlara bakış açımı isimlendirememeye itiyor beni artık. Onların parçası olmamdan kaynaklı rahatlığım bir yana, keşke ben onları kucağıma alabilsem de saçlarını okşasam, ben onlara baksam, onlar için koşuştursam, onların büyüyüşünü görsem, onları olası tehlikelerden korusam, onlar için yaşasam ama o kadar güçlü müyüm ayrıca bu gerekli mi, beni daha da mutlu edecek olan büyülü dokunuş bu mu peki ya mümkün mü? Herkes kendinden sorumlu değil miydi bu hayatta, öyle anlaşmamış mıydık? Peki ya ödenemeyen haklar ne olacak, her çocuk bunun altında eziliyor mu bir yandan da minnet duyarken? Sen benim en kıymetlimsin demek yetiyor mu ya da..

Sıradan mı hayat gerçekten ya da hırs noksanı olduğu için mi insan savrulur öylece. Geleceğe dair en büyük hayalimin bir karavan, yaşamama yetecek kadar birikim, inekler, çiçekler, müzikler, çıplak yaşamlar, muhtaçlara yardım etmek olması saçma değil mi? Peki sürekli koşturanlar gerçekten de memnunlar mı yaşadıklarından. Beklentisiz olmak ve en uzak olası hayali 30 gün ile sınırlı olmak kötü bir planlama mı? 'İnsanın bir ideali olmalı' derdi annem beraber yaşadığımız yıllarda. Yok işte idealim zira çok da dünyevî, maddî bir şey değil benim beslendiğim, istediğim. Huzura erişmek ve daim kılmak için bir ömür debelenmeyi de çok üzücü bulmamla beraber, aradığım huzurun kaynağına sahipken zamanı durdurmak gibi bir şansım olmadığından mıdır bu yarışa devam etme zorunluluğum. İnsanlara ne olmak istiyorsun diye sorduklarında, en çok kendim olmak istiyorum diye cevap veren kaç kişi var ve bu insanların hayat algısı gerçekten kıt mı yoksa ilahi mi anlayamıyorum. Yani bu biraz da öleceğini bile bile yaşamak gibi bir şey heralde bir nevi kısır döngü. Yaşadığım hayata duyduğum memnuniyet bir yana, öte yandan da çok saçma sapan bir dünyanın parçası olmaktan ötürü biraz anlamsızım açıkcası.

- Nasılsın?
- Normal.

Bu kadar yani. Diyalektiğin bir parçası gibi. Kendinden, hayatından, ailesinden, durumundan çok memnun ama anlamsız. Öylesine..

Büyük şehrin temposundan uzaklaşınca mı başladım acaba dinginliği sorgulamaya.. Stres bağımlısıyız hepimiz su götürmez bir gerçek bu ne kadar acaip bir yandan da. Mutluluğun anahtarı ellerinde. Hadi aç kapılarını, zorla hayallerini, inan güzelliklere ve sevgiye diyeceğim ama geriye kalan soru işaretlerinin de 'Koy götüne gitsin' demeden edemeyeceğim. Böylece soruları yağdırıp yağdırıp sonra cevaplarını bilincim benim için halleder ne de olsa diyerek sallıyorum arka plana. Dişliler tıkırında çalışırken içten içe, eh bir çay bir sigara lazım bunca yazmaktan sıkılmış ellerime..

E hadi eyvallah

Anne bak bak, sonunda modern mini filozof oldum. Aferin bana..