19 Ocak 2013 Cumartesi

-Ah Parig-

Çoklu kültür ile büyüdüm ben, Cezayirliler, Tunuslular, Belçikalılar, Almanlar, Türkler, Fransızlar; müslümanlar, hristiyanlar, ateeler, iç içeydiler. Kılık kıyafet yönetmeliği de yoktu, yasaklar da. Bir tek askeri kamuflaj deseni istenmezdi, savaşı çağrıştırdığından muhtmelen. Hz İsa kolyesi takmak yasak değildi, bıyık sakal bırakmak serbestti, baş örtüsü zaten moda değildi. Orucunu da tutabilirdin, içkini de içebilirdin, kendi sorumluluğunu erken yaşta almayı öğretmişlerdi. 18 yaşına bastın mı, ister devamsızlık kağıtlarını kendin imzala, ister teneffüste sigaranı iç. Karışmazdı kimse sana. Kişi kendini rahat nasıl hissediyorsa, o şekilde yaşama özgürlüğünün farkındaydı her zaman. 10 kasım geldi mi sirenler çalınca, tüm yabancılar da ayağa kalkar, saygıya dururlardı, toprağımın adetlerini yargılamadan. Hiçbir zaman insanlar, dili, dini, rengi, tavrı, konuşma şekli yüzünden yargılanmadı. Bize bir arada yaşamak öğretildi her daim. Yaşamanın başlıca kuralıydı bu onlar için. Huzur anlayış ve sevgiyle sağlanabilirdi ve bunu başka ülkelerin insanları çok daha iyi bilirlerdi. Bahsettiğim, 15 sene öncesiydi, din bu denli sokak muhabbetlerine sakız edilmemişti tabi. Bu ülke sınırları içerisinde avrupaî bir kültürle yetiştirildik biz. Ailelerimiz de ileri fikirliydi ne mutlu, anlamadan yargılamamamız için çabalayıp durdular. Ama hatırlarım ben, çocuk olsam da, kaygılarını, okunurdu yüzlerinden, bizim zamanımız geçiyor ama çocuklarımız ne yapacaklar derlerdi kısık kısık, bahsederken memleketin halinden.
Ne oldu da bu ülke bir anda kendini durmak bilmez bir nefret girdabının tam ortasında buldu bilmiyorum. Çocuktum dedim ya, ermezdi aklım, ermiyor hala algım, işime de gelmiyor hani, gereksizliğinden nefretin, anlamak istemiyorum pis fikirlerini kimilerinin. Bir okulda hiç kavga çıkmadığını gördünüz mü siz? Öğretmenlerle, öğrencilerin aynı masada yemek yediğini? Partilerde içkiler su gibi akarken, bir eğitmenin de ayıplar bakmadığını? Hiçbir öğrencisine aşağılar davranmadığını? Ya da öğrencisiyle yan yana sigara içtiğini? Ben gördüm. Böyle öğretildi bize çünkü. En yakın arkadaşım annesi Afrikalı ve zenci, babası sapsarı bir Fransız olan bir kızcağızdı.. Bir güne bir gün, benden farklı olması onu sevmeme engel olamadı. Kültürlerimizin, dillerimizin, fikirlerimizin kutupları asla acıtmadı canımızı. Gururla yürürdüm yollarda yanında, insanım yargılar bakışlar atarken, seviyesiz espriler yaparken, tutardım elinden, çocuk kalbi kırılmasın isterdim, yaslardı kalbini kalbime de, avuç içimde, başı dik, ilerler giderdik, gülümserken sevgiyle. Severdim ben farklılıkları, hala da severim sorgusuz.

Zaman ilerledikçe daha da çirkinleşti toprağımın tavrı, insanıma da, misafire de. Önce cisimleri farklılaştırdılar, bu ülkede, sonra isimleri, sonra eğitimi, sonra düşünceleri, sonra insanlığı, hayvanlara bakış açısını bile farklılaştırdılar ne kadar inanılmaz. Bir o kadar inanılmaz olan da, herkesin boyun eğmesi elbette.

Ben kendimi hiçbir zümreye ait hissedemem, dünya insanıyım zira, dünya insanı olduğunu düşünen herkese de kalbim açık, dinlerim, anlamaya çalışırım evvela. İster dağa çıksın, ister koyu inançları olsun, kalbi temiz olduktan sonra, sevgiyle bakabildikten sonra hayata ismi, cismi, bana hiç fark etmez.

Çocuktum ben, Uğur Mumcu öldürüldüğünde, aradan geçti koskoca 20 sene de, davası yeni çözümlendi güya, örgüt işi olduğunu kabul etmiş yargı, patlak arabayı da iade edecekmiş ailesine. Vırı vırı tırı tırı. Konumuza dönelim, annem, babam yağmur altında uğurlarlen onu, tv den izledim, unutamam binlerce insanın tek yürek, yürüyüşünü. Binlerce şemsiye açıldı da o yağmurlu Ankara sabahında, yılmadılar sonuna kadar gittiler valla. Aradan yıllar geçti, Ahmet Taner Kışlalıyı öldürüverdiler, minnacık bir kola kutusuyla, alıştıra alıştıra. Bedeni bölündüğünde parçalara, evimize kadar uzandı, patlamanın sesi. Küçücüktü daha bebeği, şimdi kocaman bir genç kız olmuştur düşünsenize. İnsanlar günlerce evinin önünde mum yaktılar, polisler askerler gözetledi de, giden geri geldi mi? Ben söyleyeyim, gelmedi, gelmez.

Birileri, sırf, farklı diye fikirleri, genelde de ilerici diye söylemleri, hep ama hep katletme hakkını gördüler kendilerinde, kendilerince tehlike arz edeni.

Üniversitedeydim daha, son sınıftı, evdeydim şansıma, geldiğinde Hrant'ın haberi. Bir barış güvercini, bir araştırmacı, bir ilerici daha, itlaf edilmişti de, küçücük bir çocuğun eline silahı verip, alasın bu canı dediklerinde. O çocuk oldu bir adam. Çok da iyi baktılar hani içeride, hatta evlenebildi bile, artık ne hikmetse. Ayaklarının iç büküm pozu ile, tabanındaki delik kaldı hafızalarda. Onun da attılar üzerine günlük bir kaç sayfa gazeteyi, düşürdüler ocağına ateşi. Yürüyüşler, çığlıklar yükseldi ama, görüyorum artık bunlar bile etmiyor fayda.

Benim canım ülkemde, benim insanıma, yan gözle bakmak ne kelime efendim. Siz, ey ağlardan bağları görünmez olmuş eski beyinler, ne cüretle kıyarsınız, nice zorluklarla yetiştirilmiş evlatların canlarına. Kimden alırsınız, savaşma cesaretini, hangi kitaba dayandırırsınız yok etmenin meşruiyetini, bilmem, bilmek istemem ancak, nasıl uyursunuz bunca kan varken ellerinizde, bunca art niyet yüreğinizde, çıkarcı fikirlerinizle yok etme politikalarınızla, yargılayıcı bakışlarınızla, zehirli kelamlarınızla, şiddet dolu ruhlarınızla merak ederim. Nasıl uyursunuz?

Sizin yetiştirdiğiniz evlatların ne faydası olur bu vatana, bu toprakların hakkını nasıl ödersiniz, bu topraklardan elde ettiğiniz bereketi nerelerde yersiniz bilmem, bilmek istemem.

Barış isterim ben, sevgi isterim, insanlar, insanlıklarını yeniden kazansınlar isterim. Nefret yerini bir o kadar kuvvetli duygu olan sevgiye bıraksın isterim. İnsanlar el ele, yürek yüreğe yaşasın, şükretsin isterim de, çok mu şey isterim, bilmem. Bilemem..

Biz savaşmadan, kavga etmeden, bağırmadan, yargılamadan engel olamadık ölümlere ah parig. Affedesin.

T.

8 Ocak 2013 Salı

-jelibon-

Hatırlar mısın nasıl da yalnız uyuyamazdın ilk zamanlarında? Evin düzeni de benimki gibi hızla değişirken, öte yandan, sabahlara kadar gülerdik yatakta. Devenin nalı bile komikli konuydu da, anılar uçuşurdu tabi havada. Ortak noktamız aşktı, gittiğinde biz kaldık ardına. Özelimiz genelimiz birbirine karıştı ve karşı koymadan büyümeye sarıldık umarsızca. Ben tabularımı yıkarken, sen alışıyordun yalnızlığa. Ortaköyde köprüyü izleyip minicik görünen arabaları lipoproteinlere benzetmiştik hani hatırlar mısın? Peki ya stratosferden atılan kediye ne dersin? Güldüğümüz kadar ağlamıştık da bu zamanda. Sen ve ben, birer dev yürek, adım adım öğrendik koca yabancı bir şehirde güvenmek ne demek. Şımarıp göbeğimi açarak evde koşturmalarımı asla yadırgamadın sen, Güneşi hep çok sevdin, egomu bağrına bastın. Bana kendime güvenmem için, kendimi sevmem için, kendime inanmam için hep destek oldun. Mucizeler başardığımda yanımdaydın. Bazen sadece sustun, bazen bağırdın ama hep kocaman parlaktı bakışların. İşte bundandır, sen benim canım, sen benim yaşam ortağım, sen hep sarılanım, bugün sana gelsin bu bembeyaz havada gözü yaşlı yazım.

T.

1 Ocak 2013 Salı

-Yeni-


Önceki senelerime nazaran 2012 senesinin yükü hafif pahası ağırdı.  İnsanlarla değil kendimle ilgiliydi adımlarım genelde. Çünkü biliyorum kendime yol açtıkça, aslında pek çok insana dokunabileceğim.

 Nasıl bir ruh emici olduğumu anladım bu sene, ruh emici derken gerçekten de Harry Potter’daki gibi olmasalar da bir nevi aynı eylemi farklı şekillerde yapan biriydim, bilinçsiz. Şu an bunları böylesine rahat dillendirebiliyor olmamın sebebi, o zamanlar ve ‘O’ olan ‘Ben’i sevgiyle karşılamam elbette. Kaldı ki kimseye yüklenmediğim kadar yüklendim kendime 2012’de. 2013 niyetim ise kimseye yüklenmemek sadece ve sevgiyle beklemek zamanın işlemesini.

Sevgi için yapabileceklerimi gördüm. Aslında bu kadar da acımasız değil tabi ki hakikat. Ben de çok sevdim, sevgi benimdi, istediğim gibi dağıttım, ama çok sevmek de aslında dengeli bir eylem değil. Çok verince, içindeki yeri çabuk boşaltıyorsun, bu sefer de istemsiz onu birilerinin doldurmasını bekliyor oluyorsun. Ben bu sene kendimi gerçekten sevdim, sevmeyi öğrendim, başarılarımla, hatalarımla, ne denli muazzam ve eşsiz olduğumu anladım. Eklemlerdeki kireçler gibiydi tıkanıklık noktalarım, kimilerini iyileştirdim, cilaladım, kimileri üzerinde hala çalışıyorum, kimilerinin seyrini yavaşlattım zamanını bekliyorum.

Aşka  bakış açısının, insanın tutarlılığı ile orantılı, ne kadar yaşatılacağını öğrendim.  Sevmek için onun, beden bulması şartı olmadığını, sevginin yeri ve zamanı olmadığını, sevgiyi taşımanın ve yüklemenin aslında çok kolay olduğunu ama yanlış yorumlandığını öğrendim.

Küçüklüğümden beri geliştirdiğim savunma mekanizmalarımın ne denli güçlendiğini, birer kalkan gibi sürekli beni tetikte tuttuğunu ve aslında yaşamın bir stres olmadığını, doğmanın da , ölmenin de, başıma gelen pek çok şeyin de benim seçimim olduğunu öğrendim.

Bedenime eziyet etmemin aslında bir imdat çağrısı olduğunu, ancak kendimi dahi okuyamazken bana doğru yolu gösterecek kimsenin olmaması karanlığından çıkıp, hayatıma ışık tutan pek çok aydınlık insanı hayatıma çekerken, değer verdiğim nicelerini bir sebepten dolayı azat etmem gerektiğini öğrendim.

Geçmişime sarıldım, çocukluğuma, ergenliğime, yetişkinliğime, dünüme bile. Çok ağladım ve ağlamamanın güçlülük ile özdeşleştirildiği toplum koşullamasına inat, daha çok ağladım.. Gülümserken ağladım, sarılırken ağladım, çalışırken ağladım, ağlamalarımın genelinde bedenimden dökülmek istemelerine izin verdiğim için ağladım. İlla acı veya kötü bir duyguya gerek olmadığını kabullenerek ağladım. Şimdi topluma ve ayıplarına diyorum ki: 'sevişecek kadar cesursan ağlayacak kadar da olabilirsin'

Yeni yıl için ilk düellom kendimle, sigara içme alışkanlığımdan özgürleşmek şeklinde olacak. Geri sayımım başladı. 14 Şubat sevgililer gününde, en geç, sigarasız bir hayata merhaba demeye niyet ediyorum.

Ailemi, insanları ve kendimi daha iyi anladığım ve sevgimin arttığı bir sürece girdim. Yıllardır muzdarip olduğum ve tedavisi yok denilen migren hastalığını iyileştirdim. Travmalarımı temizledim ve temizlemeye devam edeceğim. Daha neler neler gerçekleştireceğim bilmiyorum ama bilinmezliğin heyecanı bile tarif edilemez..

Şifacı olma yolunda mutlu adımlarla ilerlerken, hiç tanımadığım insanların mutlulukları için niyetler ettim. Ne kadar sevindiricidir ki genelde olumlu gelişmelere şahitlik ettim. Kendime inanıyorum, kendimi seviyorum, her türlü değişimi kabulleniyorum.

Sebepsiz ve sürekli bir mutluluğa gark oldum nihayet. Dahası için sabırsızlanırken, tüm canlıları sevgiyle kucaklıyor, öteki tarafa geçenlere huzur diliyorum.

Tek sayılı mükemmel bir seneye merhaba!

T.