Böyledir işte, bir bakarsın ellerin sıcacık bir bakarsın buz tutmuş. Genelde alev alev yanan vücudumun şu sıralar buz kesmesinin sebebi ne ola ki.. Uyku tutmuyor, zevk vermiyor yaptıklarım, iştahımı yitirdim ve hatta sesim de pek nahoş geliyor kulağıma. Bahardan mıdır bilinmez bir dengesiz ki hava, o gel git yaptıkça sanki ben de kendi içimde bir dibe batıyorum, bir üste çıkıyorum. O dalgalanma içinde tabi ki insanları ve olayları kaçırıyorum.. İnsanoğlu işte kıymet bilmez bilirsiniz, bir şeyin değeri olması için ya tutuşacak kaybetmek korkusuyla ya da kendinden az biraz vazgeçmeye gönüllü olacak ki zıtlıkları uzak tutabilsin.. Çok üzgünüm, ana rahminin kıymetini bildim mi hatırlayamıyorum, ancak 12 gün rötarlı doğmuş olmam belki de doğmamaya duyduğum hevesin bir göstergesiydi..
Huysuz, uyumsuz, uzlaşılmaz biri olarak derim ki, her ne kadar bu lakaplar beni üzse de elbette ki gerçeklik payları var lakin bu durum herkes için geçerli değil midir aslında? Herkes istemez mi kendi dilediği olsun, herkes kendiyle alakalı olmayan konularda yorum yapmaz mı? Eh görülen o ki içimdeki çocuğun biraz fazla şımarık olması sebebiyle, bende bu hareketler büyük büyük, fikrimin öyle olması gerekmiyor, hareketlerim büyük :) Biraz teatral olmakla beraber aslında belki de bir nevi inkar ediş içerisindeyim.. İstemiyorum ki ben bu düzende, bu dünyada be şekilde, bu şehirde, yaşamayı. Kendimce eğlenceli kılmaya çalışıyorum olayları ve içimdeki çocuğumun Güneş'in kontrolüne bırakıyorum pek çok şeyi. Çünkü kalmak, olduğun yerde devam etmek hep zor benim için. Her zaman bir gitme arzusu içinde buluyorum kendimi, olduğum yerden uzağa, gergin bir ortamdaysam anında orayı terketmek istiyorum mesela. Çocukken de ne zaman sinirlensem anneme, çantamı hazırlar 'ben gidiyorum' dermişim. İyi ki zaptetmiş çünkü içten içe biliyorum giderdim.. Hep gitmek istedim. Bir yere ait olamamak bu olsa gerek, bir yere ait olamayınca kimseye ve hiçbir şeye de ait olamıyorsun. Kendince bir dengesizlik içinde yaşıyorsun işte, kendim gibi insanların olduğu bir yere bile ait olabilir miyim bilmiyorum, isterdim elbette. Canım anneme bile ait olamamanın hüznü içerisindeyim şu an..
Belki de gerçekten bırakmam lazım içimdeki direnci, susup izleyip, kabullensem daha az acı verici olur muydu geceler? Ya da gitsem tekrar, nereye olduğunun önemi olmadan, cesaret edebilir miyim bir kez daha ardımda bir şehir bırakmaya? Şu an edemem ama yakın zamanda edebilirim, anlamını kaybedenler çoğunluk olduğunda yüksek ihtimal.. Ama görüyorum ki şu anki karamsarlığımın sebebi her ne kadar günler ve geceler süren uykusuzluk olsa da Güneş'imin gidişi. O kadar alışkın değilim ki onsuzluğa, içimden fırlamasına, kendi kendine sağa sola sataşmasına, bazen iç sesim olmasına. Olduğum yeri yaşanabilir kılıyormuş, görüyorum, günlerdir derin bir sessizlik içerisindeyim..
Adaptasyon sorunu olan biri olarak bunu da tez zamanda aşıp alışacağımdan şüphem yok. Sadece Güneş'siz tadı yok gülümsemenin bile.. Seni seviyorum Güneş, senin varoluşunu seviyorum, senin masumiyetini ve inatçılığını seviyorum. Başını göğsüme koyup ağlamalarını seviyorum, oyuncaklarını sağa sola atıp yüzüme gülmeni seviyorum. İstediğin şey konusundaki ısrarcılığını seviyorum. İçime sokulup uyumanı seviyorum, uykunda elimi tutmanı seviyorum. Minnacık ellerinle yüzümü sevmeni seviyorum. Sana dair varlığına dair her şeyi kayıtsız ve şartsız seviyorum..
Çok ağlamakmış yokluğun, Güneş...
T.
Peki güneş bir günde kaç kez batar?...
YanıtlaSildoğmazsa batmaz da..
YanıtlaSilBazen bir günde birden fazla doğup, batabiliyor işte:)...
YanıtlaSil