25 Ağustos 2012 Cumartesi

-Denge-



Çocukken çok farkında olmuyor insan ya da daha farkında mı desem bizim zamanla yanlış anladığımızın gerçekliğin.. Taa ki işin içine herkesin kendi bildiğince, ona öğretildiğince uyguladığı kurallar girene dek. Önce yanlışlar öğretiliyor sonra doğrular. Ayıplar var. Bedenden atılmak istenen ve bedene alınmak istenen herhangi bir şeyin ayıplaştırılabileceği bir çağda yaşıyorsun. Hapşırmak, ağlamak, kusmak, gaz çıkarmak, geğirmek, zevke ulaşmak mesela. En dünyevi boyutta bile ne kadar da sığlaştırılabilen düşünceler zinciri. Nasıl ve kime göre uydurulduğu belli olmayan bir sürü kurallar. İnsan olarak, hep dikkat etmek zorunda olduğun, bir hayat yaşamaya zorlanıyorsun. Oysa ki bir denge var. Eşitlik ki güneş gibi, sevgi dolu doğar insanın kalbinde, aklından geçerek. Hepimiz çıplak değil miydik, yanlış mı anladım acaba, derisinin kalınlığı mı peki kişiyi üstün kılan, gözünün rengi mi, üzerinde doğduğu kumaşın pahası mı, kanının grubu mu annesinin, henüz verilmemiş adı mı, üzerine dikilen soyunun adı mı, nedir? Ölümü görebilecek kadar yakın olduğunda, elde ettiği neyi beraberinde götürebiliyor olacak bulamıyorum. Sadece üzerinde olanlara bile sahipliğin bitecek bu beden için. Peki, her şey bunca çıplak başlayıp çıplak bitebiliyorken nasıl oluyor da geriye kalan her anda giyindikçe giyinmeye çalışıyor insan? Üzerini giydirmeye duyduğu açlık içini açıkta bırakıyor yavaş yavaş. Sadece bir tek neden bulduktan sonra soyunur gibi çıkarıp atıyor, bir bir kendisini güzel kılan özelliklerini. Gitgide daha madde bağımlısı bir hal alıyor insanlık. Yıllar geçtikçe bu oyunun birer parçası olmaktan çıkıp oyunun kendisine dönüşüyoruz aslında. Hepimizin gizli kullanım kılavuzları var. Mekana, duyguya, duruma göre farklı farklı karakterlere bürünüp her yerde, oynuyoruz. Kendimizden ne kadar uzaklaşırsak o kadar yüzleşmeden kaçabiliyoruz. 'Ve ne mutlu değil mi ki koskoca bir ömür boyunca kaçabileceğimiz sonsuz şey var. Oley. Meksika dalgası hatta. Eh ölünce de kaçmaktan kurtuluyoruz zaten. Farelerin kemirdikleri hasır şapkalar gibi delik delik kalan bir ruhla başbaşa, sonsuzlukta. İnsan daha ne ister. İyi güzel oldukça havadar. File çorap gibi, seksi de gösterir, Wohoo' kafası aslında ne kadar şanslı/şanssız oluyor bu durumda. Şanslı çünkü her zaman gidebileceği bir yol var. Şanssız çünkü, gözlerini çevirmediği için midir, bir türlü göremez, diğer tüm yolları. Kesişim noktalarını...

İşte bunların hepsi olmaya koşullandırıldığımız insan yüzünden.

Ben, sırf üstünlük gösterme arzusu yüzünden birbirine horozlanarak iletişimden yoksun hale getirilmiş; kendisinden farklı olan her şeyi yargılama hakkını verecek kadar özgüveni yerlere inmiş; kadınlarının ego kavgalarına sokulduğu ve hatta kimi zaman öldürüldüğü, cinsiyet ayrımının ve ırkçılığın uluorta görüldüğü, okuma yazması olsa da okuma anlaması olmayan, istese de imkan bulamayan, hiç bir anında sabır gösteremeyen, kendisi dahil önce çevresine sonra da her şeye büyük bir nefretle yanaşan, sevgiyi maddileştiren, şeklini değiştiren, hasta, mutsuz, fikri pis insanların da olduğu bir ülkede, bir dünyada yaşıyorum.

Her sabah uyandığında, aldığı her nefesin farkında, bedeninden yaşam akan, tüm canlılara değer veren, bir şekilde hayatı onlarla paylaşabilen, yüzü gülen, özgür, mutlu, varlığının bilincinde, rengarenk, doğa ile bütünleşmiş, ruhunu keşfetmiş ve geliştirmiş, düşünceleri dingin, hayalleri gerçek insanların olduğu bir dünyada da yaşıyorum. Ve daha da fazla insanın mutluluğu yeniden benimsemesini diliyorum.

Tüm sorunlar, bireysel, toplumsal, evrensel her ne varsa, dengeli çözümler olmadığından meydana geliyor ve giderilemiyor. İnsanlığın aslında barışı tarif edememesi bütün mesele.. Oysa sevmek, mucize yaratmaktır, mutluluk ise özündedir insanın.

T.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder