30 Mayıs 2012 Çarşamba

-Tutamadı Zamanı-

Öylece geçti zaman, bakarak çoğunda. İzledi. Her şeyi. Bekledi bir yandan da, neyi beklediğini bilmeden. Geçti zaman. Aktı gitti, kum saati gibi.. süzülerek geçti. Bu süre zarfında hep bir şeyler denedi. Çoğunlukla insanlar için ama bir gün koptu göbek bağı, açıldı sırtında gözenekler, kum rengi. Hisetti, bildiklerinden farklı güçleri. Kafatasında çınlayan sesi dinledi.. Bedeninin bölünüşünü izledi, gözlerini kendi içine çevirip.. Gözlerini dikti, odaklandı ve gözlemledi insanları.

Üzgün, içten içe. Hüzünden eser kalmamıştı belki de ama bunun bilincinde olmaktan ötürü müdür sürekli bir eylemden arınmanın şaşkın boşluğu ve rahatlığı içindeydi. Tuhaf geldi her şey. Affetti. Ağlayarak vazgeçti, tozlar saçtı dünyaya..
Hep aynı sözleri söyledi : 'Tree in the wind, feel sunshine'. Sevgiyle sessizce, derin derin, ferah ferah ağladı. Kimse görmedi. Çiçekler yetiştirdi ebrulî, birer birer isim taktı onlara. Şarkılar mırıldandı, her şeye, her zaman.

Çok sevdi, kendine bile büyük geldi sevgisi bundan dolayı yoruldu fazlasıyla. Bir türlü vazgeçemedi sevmekten, ama öğrendi. Ne de çok savrulmuştu ordan oraya, en çok da kendi yapmıştı bunu. Sevgi için yaratamayacağı fırsat yoktu. Çünkü zaman, sevilene verilecek, en büyük hediyeydi.

Gülüşlerini izledi, insanların, özellikle de sevdiklerinin. Dinledi, düşüncelerini, kısıktı herkesin sesi, çekingenlerdi. Sevgiden lanet olduğuna inansa, elinden gelse, belki dilerdi. Öylesine renkliydi ki duyguları kendi içinde, renklerin anlamını çözerken içten içe, görmelerini isterdi elbette, kendi gördüklerini.

Çörekler pişirdi, tarçın kokan, mis gibi, sıcacık. Çay demledi, harmanlayıp. Beklerken bir yandan, göz gezdirdi evinin içinde, ışık ne kadar da değişik açılarla giriyordu odanın içine..Neredeyse gitmek üzereydi aslında, son anlarıydı aydınlığın, en canlı renkleri gözler önüne serdiği sanatçı saatleriydi güneşin. Birbirinden bağımsız ama bütünün parçası bir sürü eşyayı aydınlatıyor, hatırlatıyordu belki de.. Haylaz tepkiler ustası, muzur görmüştü çoktan, kırmızımsı ışığın altında parlayan raftaki tütünü. Fokurtular yükselirken çaydanlıktan, estetik adımlarla parkeyi okşayarak dolaba yöneldi ve aldı tabakasını. Hızlı hareketlerle geri dönüp tezgaha sardı sigarasını. Derin bir nefes çekti. Akşam çökmeye başlamıştı bile. Işık istemedi, hafif bir müzik açıp, pencerelerini araladı. Büyük mumlarını yaktı. İzledi, camından yansıyan hayatları. Karşı binanın bir penceresinden doğum çığlıkları yükselince, hiç tanımadığı bir insanın, hayatının dönüm noktalarından birine şahitlik etmiş olduğunu fark etti, az önce.. Arka sokakta fahişeler, arayışta, muhtaçlıkta. Sahipsiz. Kimsesiz. Hayal etti o an, tarlada pamuk toplayan kadınları, nasıldı hayatları, mutlular mıydı acaba. Dışarıdan sadece bakınca ne de karmaşıktı bu döngü.. Loş bir odada, kazaklar altında yazan bir çocuk gördü, onu izledi. Film gibi, başını nereye çevirse gördüklerine şaşırıyordu. Son nefesini alan adamın duasını hayal etti. 'Insanlığa değerlerini geri ver tanrım.'

Ne kadar da belirgindi tüm bu hayatlar, tepesindeki karanlığa rağmen.. Kimisi için bir nefes uzaktayken kimisi için sönmüştü çoktan varlığı. Elinde gücü olsa, müdahale edebilmek isterdi talihsiz olaylara, sihirli bir değneği yoktu ama sihirli bir kalbi vardı biliyordu. Yüreğinin sesine uyduğundan, hep izlemek zorunda kalışına içerledi bir an. Tanrıcılık oynamadığı için. Hayatlar akıp gidiyordu önünden, her gün, hem de onlarcası. O ise kaç kere istemişti hayatına son vermeyi ama yaşamıştı ve yaşam oldukça değerliydi. Şükürleri yağdırıyordu aldığı her nefese. Aç, kimsesiz, savunmasız, perişan, insanları izledi. Kızdı kadere çok kızdı. Ama affetti kaderi. Tanrıyı lanetledi, çocukça davrandığı için. Gün ve geceyi affetti, sergiledikleri ve gizledikleri için. Renkleri affetti, yeterince dikkat çekemedikleri için mükemmelliklerine, gösteremedikleri için kendilerini. Zamanı tutamadığı, karşı koyamadığı için hayata, kendini affetti.

Sesleri emdi, renkleri emdi, sevgiyi ve nefreti emdi. Venus'e ağladı, Narkisos'a ağladı ama en çok Hephaistos'a ağladı. Kendine benzediği için, kaderine ağladı, ağladıkça affetti, affettikçe rahatladı. Ve emdi her şeyi, gömdü içine, serbest bıraktı içini.

Bir yarısını güneşe bir yarısını aya fırlattı ve toprağa gömdü kalbini. Bulutlara şarkılar söyledi, bulutlar ağlarken, derin duyguları, bulutların isyanı oldu.. Fırtınalar koptu, denizler dalgalandı, ay ile güneş yan yana durdular.

Topraktan bereket aktı, filizlendi. Tiz sesli çiçekler açtı, rengarenk, dans eden.. Mevsim doğdu, ilkbahar. Rüzgar esti, 'Tree in the wind'. yapraklar birer birer terkettiler dallarını, özgürleşirlerken, selamladılar yeni yaşamları. hiç kırgın değillerdi, kuruyup gidecekleri için. Bilakis mutlulukla ayrıldılar yerlerinden, zamanları gelmişti çoktan. Toprağı öptüler, yavaş yavaş, sevgiyle saygıyla bıraktılar bedenlerini, verdiler ruhlarını toprağa, karıştılar en derinine dek yol aldılar.. Ve insanlık toprağın kalbinden yeniden doğdu.

T.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder