5 Şubat 2012 Pazar

-Live the sunshine-



2 sene oldu kendi düzenimi kurup geliştirmeye başlayalı. Günbegün anlıyorum evet adımın büyüğü olmaz. Mutluluk öylesine yayılmış ki içime, gün içindeki o sıradan stresin yanısıra aslında bakarsan pek de derdim tasam yok hayatta. Durum insanı olmamdan müteveellit midir bilemiyorum ama genelde keyfim yerinde ya da modum normal benim. 
Ama bunların hepsi öyle geceden gündüze gelişmedi elbette. Gerçekten hayal etmem ve inanmam gerekti aydınlığın bir adım ötemde başlayacağına. Ve öyle kolay değil adım atmak aslında kalıplaşmış düşünceler için. En yüksek dağın tepesindeki bayrak gibi ulaşılmaz gelebiliyor insana. Görüyorsun oysa ki bir kere adım atabildiğin zaman devamı tabi ki daha kolay oluyor en azından yorulduğunu deneyimleyebiliyorsun. İşte tam da bundan dolayı en önemli olan o ayağı kaldırmakmış meğer zira aslında hepimizin sorunlarından biri olan üşengeçlik veya genelde yorgun olma durumu veya bizi ele geçiren korkularımız tüm bu yapmak istediklerimizi yapmamıza en büyük engel. Bir hadi'ye bakıyor sadece bir yola girmenin başlangıcı.  Bir kapı açıyorsun önünde yepyeni, çerçevesindeki görüntü taze, insanları, olayları sıradan olmayan ve koyuluyorsun yola bu macerada. Kalıplarından çıkamayan, hayata karşı koyamayan, çıplak kalamayan insanları yavaş yavaş yakıyorum lavabomda. Rengarenk değişik lezzetlerde şekerler gibi biriktiriyorum sevdiklerimi, hayran olduklarımı ancak en nihayetinde hepimiz insanız büyütmüyorum içimde, olmuyorsa, olduramıyorsam zorlamıyorum.


Hayatın yoğun temposu, artık motivasyonun kişi tarafından sağlanmasını gerektiriyor (bir nevi şarjlı hayvanlara döndük 21. yüzyıl ile beraber. Ya güneş enerjisi ile şarj olacaksın ya da kendini yererek yahut överek ya da fikirleri geçiştirerek sonuç olarak hep kendi kendine gerçekleştirmen gereken bir dolum eylemi sözkonusu.) ve artan fiziksel yorgunluk sebebiyle hafta sonlarından medet umar oluyoruz ya da tatil hayalleri kurarken buluyoruz kendimizi, kıpır kıpır duygular eşliğinde. Dönüp baktığımda nice hafta sonu dinlenememişim bu inancıma rağmen. Üzülüyorum sonuçta hepsi o duyguya yaklaşmak için girişimlerimdi. Yaşayabildiğim anlar eşsiz kıymetli. İnsan istiyor ki ruhu beslensin, fikri dinginleşsin, bir deniz yüzü görsün, olmadı sevdiği insanla- insanlarla vakit geçirsin veya güzel çekici bir etkinliğe katılsın en nihayetinde kendine ayırabildiği yegane zaman haftasonu bari evde pineklemeyeyim de değişik olsun bir şey yapmış olayım diyorsun istemsiz. Ama işte yollar boyu gidersin bedenin dinlenmez, evde kalırsın ruhun dinlenmez, etkinlik manyağı olursun beynin dinlenmez. Demek ki dinlenmek de bir yaştan sonra öyle çok olası bir durum olma özelliğini kaybediyor. Sonrasında düşünüyorsun o zaman neden debeleniyorum, ne için? Cevap çok basit, her şey ve herkesten önce elbette kendin için. Kendi iyiliğin, kendi dengen için attığın tüm adımlar. Hırslarını ve gelecek planlarını zaman zaman ralentiye alması gerek insanın kendi iç dengesini muhafaza edebilmesi uğruna. Ve hayallerinin bir kısmının istediğin gibi gelişmemesi engel değil daha da güzel ve yeni hayaller kurmana.. 

Kışın öylesine uğradığı bir şehir burası ve ardından kocaman güneş açtıran, rüzgarı çapkın, yanağından öpücük alıp dolanır başka kadınların boynuna.. İnsanların dingin, hayvanların keyifli, denizin mavi olduğu bir şehir burası.  Oysa istemez mi insan sevdiği her şey yamacında oluversin. Ohh mis anne baba, sevgili, dost kardeş, komşunun köpeği vs sevdiği her şey çevresinde olsa kişinin, o zaman motivasyonun alası mı olur? Cevap : olmayabilir ama düşünmesi bile güzel. Sonuçta motivasyonun bireyselliği ve diğer insanların düşüncelerinin senin sorunun olmaması hakikati bir araya gelince en azından yaptığın her şeyi kaygısız yapabiliyorsun. eh bu da bir motivasyon şekli ne güzel ki. 

Biriktirdiklerin de tükeniyor ne yazık ki insanlara dair. Gerçi insan beyninin bir kere kaydettiği görüntüyü ve/veya duyguyu sonsuza kadar yaşatabilme özelliği var. Peki bunun için neden ekstra mesai harcasın. Eğer böyle bir özellik var ise anıları yaşadığın mekanlara, insanlara, lezzetlere, olaylara ve müziklere neden ihtiyaç duyasın? Eğer insan barındırıp yaşatabiliyorsa duyguyu o zaman ötekilere ne gerek var. Ötekiler de bunu başarsın tamamen robotlaşalım oldu olacak.. İşte böyle kolay değil yaşamak, insanoğlu bir iletişim ağının parçası. Uyandığında sevdiği birini görmek için evlenir çoğu; acısını, coşkusunu, özlemini paylaşmak için ziyaret eder; eğlenmek ve bütünleşmek için toplaşır vs. Bunların hepsini kendiyle yapmak yerine başkalarına da pay vermesi halinde, ki yaşamın gerektirdiklerinden birisi de budur muhtemelen, öyle ya da böyle bir yeri dinlenirken bir başka yeri yorulmaya mahkumdur. Eğer ki tüm sevdiklerini yamacına toplayamıyorsan, sıcak tutmak için güzel anlarını yorulacaksın. Yorulmadığın yerde soğuyor anıların. Silikleşiyor eski tozlu fotoğraflar gibi. O zaman da robotik beynini devreye sokup korumaya alıyorsun soluk resmi hali hazırdaki dijital anı albümünde..

Hiç bitmesin, o keyifli anlar tükenmesin istiyorsun. Ama o çok sevdiğin güneş bile batıyor, hem de her gün.

Güneşsiz olmasın sabahlarımız..

T.

1 yorum:

  1. Bu giderilemeyen özlemin ve bulunamayan huzurun sebebi şu olabilir mi ? : "insan huzur bilmez bir gezgindir; ve erek karanlıktadır..."

    Güneşin ve rüzgarın bol olsun.

    Selamlar...

    YanıtlaSil