29 Mayıs 2011 Pazar

-Toprak-

Ankaradayım, doğduğum büyüdüğüm ve bir hamlede, bir gecede toparlanıp arkamı döndüğüm yurdumda.. Ne kadar standart her şey diye gezerken sokaklarda tüm bu düşüncelerime rağmen buranın kokusunu ne denli sevdiğimi hatırladım. Sevdiğim insanların bir kısmıyla görüşme şansım oldu, geçmişi düşündüm uzun uzun, ne denli kalıbına sığamayan bir serbest olduğumu. Sokaklara aitliğimi ve deli divane aşık olduğumu anımsadım..

Anneme sarıldım ve anneanneme, anne kokusunu hapsedebilmenin bir yolu olmalı diye düşündüm. İnsanın canının gözlerinin önünde yaşlandığını ve sağlığını kaybedişine tanık olmak bir yana, bu süreci hızlandıran en önemli unsurun üzüntü olduğunu farkedip kendini suçlamanın dibine kadar indim. Zor bir çocuktum, zor bir kadın oldum. Zorluk konusunda hayatımda bir gelişim sergileyebildim mi bilemiyorum.. Ama uzun sürmedi, üzüntüm, kabullendim ya da geçiştirdim emin değilim. Annemin kollarında, onun kokusuyla ölebilirim, bir kere daha inandım.

Anılardan açıldı konu 3 jenerasyon aile kadın meclisinde, gülüşmeler oldu ve konuşmalar. Yılanlarla konuşan derya gibi büyük babamı yad ederlerken anladım ve onlar da farkettiler ki Kadir'in genini taşıyan tek serseri benmişim ailede. Kadir gecesi doğan ve Kadir gecesi ölen bu güzel adamı bir kere dahi görememiş olmak içimi ne denli burktu ne büyük haksızlıkmış dedim içimden ve üzüldüm inceden. Zira severek yaşadığı hayat meğer benim yanıp tutuştuğum hayalimmiş. Ve anladım ki eğer tanışabilseymişiz mükemmel bir ikili olurmuşuz.

Bir gün o hayatı yaşayabilecek miyim, merak ediyorum. Ait olamamanın acı gerçekliği beni her geçen gün binalardan, teknolojiden, kötü niyetli, yok etmeci, rekabetçi insanlardan uzak kılmak istiyor. Bu denli gri betonların içerisinde, bir dirhem yeşillikten ve doğadan yoksun milyarlarca insanın halen nasıl yaşayabildiklerine inanamıyorum. Sevginin aşkın kıymetini bilemeyen, olması gerekenlere kör kütük tutulmuş, baskıcı, uyarlamacı insanlardan o denli bunaldım ki, bir inek bir panda kendimi dağlara bayırlara vurmak istiyorum ve bu arzum ne kadar şiddetlenirse, gerçekleştirememekten duyduğum hiddet gözlerimi dolduruyor. Kırıp döküp, yok etmek istiyorum. Şehirleşiyorum.

Doğaya ait olabilirim, bir şeylere ait olmak isterim muhtemelen. Yalnızlığın tadını çıkara çıkara yaşasam da, insanın kendini güvende ve sevgide hissetme arzusu yer yer sıkboğaz ediyor fikirlerini.. Duygusuzlaştırıyor. Artık acılar bile o kadar geçici ki, dibe vurmaya zaman yok ne saçma. Neden 2-3 gün sürüyor diye sormadan kendimi alamıyorum. Peki ya mutluluk, o neden hiç sürmüyor, neden sadece az biraz huzur koklamalarıyla yetiniyoruz..

Evlenelim dedik, bir gün evlenelim seninle, bunu gerçekten başarabiliriz, daha önce de demiştik. Bu sefer 2 oldu, ama doğaya gidelim, ama karavanımız olsun, ama kaçalım bu şehirlerden, ancak o zaman gerçek anlamda özgür olabiliriz dedik. Şimdi yılları sayma vakti..

Bu sefer sayıklamadım seni İstanbul, sende yaşayamadığım hayatı da.. Denizini özledim, vapurlarını, çimlerini, kahveni ve martılarını. İnsanlarını özlemedim bu sefer İstanbul senin. Ve hatırladım sabah uyanıp güler yüzle karşılaştığın herkese selam vermenin ekşi kokusunu. Toprağımın kokusu sinmişti sanki çok sevgili anılarıma, her bir sarılana, her bir dokunana öylesine işlemiş ki, hepsini tek tek kokladım. Tek tek öptüm, içime çektim, bir müddet saklayacağım. Çok insan öptüm burada ne de güzeldi..

Geri döneceğim için belki de uzun süredir ilk defa sıkkın canım. İçim çekiliyor sanki, bu sefer beni fena çarptın Ankara. Yıllardır hiç bu denli sarılmak istememiştim sana. Ama hatırlattın da geçmişimi ve kaybetmemem gerekenleri..

T.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder